27 Aralık 2013 Cuma

Yılbaşı

Bugün cuma fakat ne yılın son günü nede son iş günü değil ama bu yazım 2013'ün son yazısıdır.
Daha önceki denemelerimin sonunu getiremediğim için durdurduğum hatta yeniden açtığım blog'um bu sene hemen hemen hergün faaliyet göstermiş bulunuyor. Önümüzdeki hafta eğer izin kullanırsam muhtemelen dışarıda iken de yazmayacağım için son yazım olarak tarihe geçsin.

En yakın çevrem, ve  iş arkadaşlarımın konuk olduğu bu yazılar bazen açıklayıcı ve merak ettiğim konuların da çok detaya inmeden araştırılmasından meydana geldi. 2014'te hangi formatta devam eder bilinmez ama az resim çok makara yada işe yarar bilgi ile hayat bulacağı kesin.

Bugün mutfak harici bir yerde görüntülenip sizlerle paylaşıyorum. Departmanımızdaki kızcağızı yeni yıl kutlamasına hazırladıktan ve arkadaşlarımın masalarına uğradıktan sonra yılbaşı konusunu işliyor ve aranızdan güzel dileklerle ayrılıyorum.
Yeni yılda herşeyden önce mutlu, huzurlu, sağlıklı, bol aşklı, güzel kazançlı, uğurlu, başarılı günler ve insanlar peşinizi bırakmasın inşallah.
 
Yılbaşı, herhangi bir takvime göre bir yılın bitimi ve yeni bir yılın başlangıcı. Yılbaşı gecesinden sonra içinde bulunulan yıl -özellikle ilk birkaç hafta boyunca- yeni yıl olarak betimlenir. Bununla birlikte Yılbaşı ve yeni yıl kavramları bazen yılbaşı gecesi anlamında da kullanılır.
Dünyada en yaygın kullanılan takvim olan Gregoryen takvimini kullanan ülkelerde 1 Ocak yeni yılın ilk günüdür.
  • 1 Ocak: Türkiye dâhil, çoğu ülke tarafından kullanılan Miladi takvime göre yılın ilk günü.
  • Hicri Takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1'inde gerçekleşir. Hicri Takvim bir Ay takvimi olduğundan 354 güne denk gelir, dolayısıyla Miladi takvime göre yılbaşı her yıl 11 gün önce gerçekleşir. Böylece 2008 yılında Miladi yıl boyunca Hicri takvimde iki adet yılbaşı gerçekleşmiştir.
  • Roşaşana (İbranice yeni yıl): Musevi yılbaşıdır. Hamursuz Bayramı'ndan 163 gün sonra kutlanır.
  • Doğu Ortodoks Kilisesi'nde yılbaşı (İsa'nın sünnet yıldönümüne de denk gelen) 14 Ocak'da kutlanır (Jülyen Takvimine göre 1 Ocak). Ancak en büyük 12 Doğu Ortodoks Kilisesinin sekizi, iki tarihin aynı güne geldiği Güncellenmiş Jülyen Takvimini benimsemiştirler (Bulgaristan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır, Polonya, Romanya, Suriye, Türkiye ve Yunanistan). Gürcistan, İsrail, Rusya ve Sırbistan Ortodoks Kiliseleri ise Jülyen Takvimi kullanmaya devam ederler.
  • Çin yılbaşı her yıl ilk kameri ayınının yeni Ay gününde kutlanır, ki bu da kabaca ilkbahara denk gelir. Tam tarihi, Miladi takvime göre 21 Ocak ile 21 Şubat arasına düşer. Çin'de yılın en önemli bayramı konumundadır.
  • İran takviminde yılbaşı Norous (Nevruz) olarak anılır ve ilkbaharın başında kutlanır (20 veya 21 Mart).
  • Tayland, Kamboçya ve Laos'da yılbaşı 13 Nisan'dan 15 Nisan'a kadar kutlanır. Özellikle Tayland'da bu kutlama su dökerek gerçekleşir.http://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1lba%C5%9F%C4%B1
 


26 Aralık 2013 Perşembe

Perşembe'den Çarşamba'ya

Hello mello ey hafta ortası !

Bugün haftasonu planları yapmak için idel bir gün olsa bile çarşamba günlerinin yeri bir başkadır benim için. (Dün yazamadım ama hakkını yemeyeceğim bu günün )

Önceden Kuzey&Güney dizisini iple çekmemizi sağlayan gün iken bu sezon dizi izlemediğim için televizyon açısından bir anlamı bile yok. Benim için dışarı çıkma ve geç yatma potansiyeli yüksek  olduğu için yürüyüş, buluşma ve kahve içme gibi organizasyonlara ayırabileceğim bir günü teşkil ediyor. Kısacası çarşamba günleri iyidir, kendi halindedir :)
Bu yüzden bende dün akşamımı en yakın arkadaşlarımla yürüyüş yaparak, yemek yeme ve sevdiklerime hediyeler alarak geçirdim. Kız kıza yapılan buluşmaların en güzel yanı da bu olmalı ki 'herşey dahil paket' adı altında aynı gün içinde birçok şeyi yapabiliyorsunuz. Sevgili veya eşinizle yapamadığınız o uzun alışverişler, dedikodular hatta masayı dağıtırcasına geçirdiğiniz gülme krizleri hep bu pakete dahil oluyor :)

 Erkek arkadaşın, eşin hatta babanla bile ne kadar iyi anlaşırsan anlaş, sonuçta onlar düz mantık sen ayrıntı insanısın...
Meselea alışverişi seven bir çiftim olmasına rağmen ben yaparken dünyaları alıyormuşum hissine kapılıyorum o bana yeter dedikçe :)  dedikodu yapmayı beceremedik 10 senedir, ama bazen insan gördüğüyle, okuduğuyla yada duyduğuyla alay etmek istiyor, erkekler beceremediği için uzatamıyor konu bitiyor hemen oracıkta...
İşyerinde bile en rahat çalıştığım insanlar beyler olmasına rağmen bayan yöneticilerimiz ve diğer çalışma arkadaşlarımla toplandığımızda ortaya çıkan sohbetleri anlatmama kelimeler yetmez. Memleket kurtarırken birden makyaj malzemelerine geçiyor olmanın tadı herzaman bir başkadır...

Mesela dün trajikomik bir hikaye anlatmak için koşarak farklı bir departmana geçtiğim sırada en yakın iş arkadaşlarımdan biri olan Berrokuşun '-Dur anlatma önce hediyeni vereyim' demesiyle herşeyi unuttum, güne farklı şekilde başlamış oldum. Prag'tan gelen, parlak kesme taşlı çan broş yeni yılda şans,bereket,aşk ve eğlenceyi daim etsin. Yılın son hediyesini aldığım için de devamını getirsin inşallah :)

Süregelen günümüz neler getirir bilinmez ama dünüm hediye alıp-vermekle geçtiği için yeni yıla girişimizi daha bir heyecanlanarak hisseder oldum. Geriye dönük yaşamak pek tarzım olmasa da, zaman yavaş ilerlesede ve gelecek için planlar yapılmaya başlansada şu sıralar tek düşündüğüm ''bu haftayı da yedik mi gelsin yenilik sezonu'' sonrasını da gün gün yaşayarak görürüz nasılsa mottosuna bırakırız şeklinde....
Aslında işin özü şu ki; Ruh ve beden sağlığı, mutluluk ve hayırlı insanlar peşimizi bırakmasın da gerisi kolay diyor ve yarına konu bularak aranızdan ayrılıyorum...
see you soon my lovely followers






24 Aralık 2013 Salı

Yeni Yıla Yine Yeni Yeniden

Yeni yıla hazırlanmak için son haftamıza başlamış bulunuyoruz. Bana sorarsanız ben çoktan hazırım. Bu yılı pek sevmedim, çok daralttı, uzadı da uzadı...
Güzel sayılabilecek günler, kişiler ve olayları da yaşattı fakat 2014'ten beklentimin bambaşka olacağı kesin. Genel olarak bu yılı değerlendirecek olursak artık bitebilir, bir sakınca görmüyorum çünkü resmen herşeye doydum :)

Aralık ayına gelecek olursak da benim aklımda herzaman soğuk, telaşlı ve hayatımdaki insanların yarısının doğdugu ve doğumgünlerinin kutlandığı son bir ay olarak kalıyor. Çünkü daha yeni yıla nasıl gireceğimi planlamadan hediye alma süpriz party düzenleme ve en güzelinden pasta kesme organizasyonlarının ihaleleri bana kalıyor. Elimden geldiğince heryere yetişmeye çalışıyorum fakat aynı hafta içinde birden fazla organiazsyona ev sahipliği yapmak biraz zor olabiliyor. Ailem, arkadaşlarım ve sevgilimin hediyelerini seçmek zaten maddi-manevi deveye hendek atlatmakla eşdeğer ! Acaba beğenir mi? zevkle kullanırmı? değiştirmek istermi gibi düşüncelere kapılmıyorum Allahtan.. Doymuş insan, en ufak süprizle bile dünyanın en mutlu insanı haline gelebiliyor ki tecrübeyle sabit olarak ve sevdiklerimin herzaman yanımda olmasıyla kendimde de gözlemlediğim bir olgudur.

İşin birde bay/bayan, değişik veya populer ve yaşa göre hediye seçme teknikleri kalıyor ki en fazla vakit alan kısmı da bu olsa gerek. Herşeyini bildiğiniz insanlara hediye seçmek hem dünyanın en zevkli hemde en zor işi olarak karşımıza çıkabiliyor. Açıkçası ben herkeste olan, kolaylıkla bulunabilir ve satın alınabilir süprizlerden hiç haz etmiyorum. Bu yüzden özel olarak düşünülmüş tasarlanmış ve kişinin kendi ellerinden çıkmış ufak hediyeler benim için paha biçilemez birer hatıra niteliğine bürünüyor. İnternetten araştırma yapıp bulacağınız ürünlerin elinize ulaşma süresi biraz uzun olacağından en güzeli birkaç alternatif ile günü kapatmaktır diye düşünüyorum.
Unutamadığım doğumgünlerim ve hediyelerimin arasında en belirgini, aynı kişi tarafından birkaç farklı alternatifi olanlarıydı. Mesela sevdiğim ve benim için özel olan herşeyin bulunup getirilmesi yada değişik mekanlarda toplanılması gibi. Bir kahve veye çikolata yada en sevdiğim paptlayalar da buna dahil olabilir. Kendi hayatımdan detaylara girmiyorum ama fikir verecek olursam herkes için en unutulmazı düşünülerek ve emek harcanarak yapılan organiazsyonlardır kesinlikle. Yeni yıl partysi, doğumgünleri, bayram yemekleri, özel toplantılar ve ilk buluşmalar sadece bu yüzden bile ömür boyunca akılda kalacak anlarımızı oluşturular. Küçük notlar, tüm samimiyetiyle konuşma yapan insanlar, içten söylenen özel ve önemli sözler ise hediye niyetine bile içtenlikle kabul edilebilecek vasıflı süprizlerdir.
İşte bu ay tüm bu anlattıklarımı sevdiklerim için gerçekleştirdiğim ve herzaman daha iyisini yapabilmek için sabırsızlandığım bir aydı, vazgeçemediğim tatlı telaşları barındırdı.

Ama  artık bu yıl kapanıp yenisi gelmeli ve bize tüm güzelliklerini getirmeli. Bunu yaparken de dünyanın tüm pisliklerini, olumsuz insanları ve saçma olaylarını eski yılda bıraktığını size hissettirmeli. Yeni yılda ve yeni yaşınızda tüm güzel hediyeler sizlerin olsun. Şimdiden güzel bir yaş dilerim...

20 Aralık 2013 Cuma

Open Happiness

Bu hafta yazarken çok üşeniyorum ve destekleyenlerimin dürtüklemesiyle ara vermeden konular bulmaya gayret ediyorum.

Güzel iş organizasyonları ve özel hayatımdan fotoğraflar paylaşıp uzun uzun blog yazmadığıma göre, mutfakta geçen günlük konuları tamamen kendi ağzımdan ve uzman yorumlarıyla dile getirmeye çalışmak esas işim :)
Asistanım-arkadaşım kod adı 'FA' (hergün minumum2-3 resmimi çeken) ile sohbet ederken hergün önemli şeyler yazamasam bile takipçilerimi boş bırakmamam gerektiğini savunanlardan.
 
Bugün birkaç resim paylaşmamın nedeni, yoğunluktan dolayı tüm hafta boyunca yazamamış olmamdan dolayıydı.Yeni yılın yaklaşmasına çok az kala şirket aile yemeğimizi de yemiş bulunup seneyi en üzel şekilde kapatma yoğunluğumuzdan dolayı bu hafta içimi sadece masama adadım.
Tüm sene masam dahil şu mutfakta bile çok fazla resme sahibim ama hafızıma kazınan en muzur anlarda da yanımda olan diğer destekleyenlerimi de belirtmeden geçemem.
 
Yöneticilerim ve teknik ekip haricinde iş ve özel hayatımda yanımda olup, tüm sinirimi sıkıntımı almaya çalışan, geliştiren, bazen de herkesten fazla beni çıldırtan insanlar tabiki bunlarla sınırlı değil ama aynı karede toplayabildiklerime teşekkürü bir borç bilmem burdan direk ederim
Uluslararası görüştüğüm eşim-dostum da çevirici programları ile takip ettiklerini belirtikleri blogum için kısa yazılar ve az resimlerle bugüne kadar geldik.
 rengi ve neşesiyle bana ilham veren işyeri mutfağımda geçen günlerimin nedenini birde ingilizce olarak ve en baştan tarihçesiyle paylaşmak istedim.
Amerikalı ev sahibim de böylece benim yerime iş tekliflerini belki oradan yönetir :)

Mutluluğa kapak açın, hoşçakalın...

Coca-Cola history began in 1886 when the curiosity of an Atlanta pharmacist, Dr. John S. Pemberton, led him to create a distinctive tasting soft drink that could be sold at soda fountains. He created a flavored syrup, took it to his neighborhood pharmacy, where it was mixed with carbonated water and deemed “excellent” by those who sampled it. Dr. Pemberton’s partner and bookkeeper, Frank M. Robinson, is credited with naming the beverage “Coca-Cola” as well as designing the trademarked, distinct script, still used today.
Did you know? The first servings of Coca-Cola were sold for 5 cents per glass. During the first year, sales averaged a modest nine servings per day in Atlanta. Today, daily servings of Coca-Cola beverages are estimated at 1.8 billion globally.
Prior to his death in 1888, just two years after creating what was to become the world’s #1-selling sparkling beverage, Dr. Pemberton sold portions of his business to various parties, with the majority of the interest sold to Atlanta businessman, Asa G. Candler. Under Mr. Candler’s leadership, distribution of Coca-Cola expanded to soda fountains beyond Atlanta. In 1894, impressed by the growing demand for Coca-Cola and the desire to make the beverage portable, Joseph Biedenharn installed bottling machinery in the rear of his Mississippi soda fountain, becoming the first to put Coca-Cola in bottles. Large scale bottling was made possible just five years later, when in 1899, three enterprising businessmen in Chattanooga, Tennessee secured exclusive rights to bottle and sell Coca-Cola. The three entrepreneurs purchased the bottling rights from Asa Candler for just $1. Benjamin Thomas, Joseph Whitehead and John Lupton developed what became the Coca-Cola worldwide bottling system.
Among the biggest challenges for early bottlers, were imitations of the beverage by competitors coupled with a lack of packaging consistency among the 1,000 bottling plants at the time. The bottlers agreed that a distinctive beverage needed a standard and distinctive bottle, and in 1916, the bottlers approved the unique contour bottle. The new Coca-Cola bottle was so distinctive it could be recognized in the dark and it effectively set the brand apart from competition. The contoured Coca-Cola bottle was trademarked in 1977. Over the years, the Coca-Cola bottle has been inspiration for artists across the globe — a sampling of which can be viewed at the World of Coca-Cola in Atlanta. Check out a preview of the latest art exhibit.
The first marketing efforts in Coca-Cola history were executed through coupons promoting free samples of the beverage. Considered an innovative tactic back in 1887, couponing was followed by newspaper advertising and the distribution of promotional items bearing the Coca-Cola script to participating pharmacies.
EVOLUTION OF THE COCA-COLA BOTTLE
The 1980s featured such memorable slogans as “Coke is It!”, “Catch the Wave” and “Can’t Beat the Feeling”. In 1993, Coca-Cola experimented with computer animation, and the popular “Always Coca-Cola” campaign was launched in a series of ads featuring animated polar bears. Each animated ad in the “Always Coca-Cola” series took 12 weeks to produce from beginning to end. The bears were, and still are, a huge hit with consumers because of their embodiment of characteristics like innocence, mischief and fun. A favorite feature at the World of Coca-Cola is the ability to have your photo taken with the beloved 7′ tall Coca-Cola Polar Bear.
Did you know? One of the most famous advertising slogans in Coca-Cola history “The Pause That Refreshes” first appeared in the Saturday Evening Post in 1929. The theme of pausing with Coca-Cola refreshment is still echoed in today’s marketing.
history.openhappiness
In 2009, the “Open Happiness” campaign was unveiled globally. The central message of “Open Happiness” is an invitation to billions around the world to pause, refresh with a Coca-Cola, and continue to enjoy one of life’s simple pleasures. The “Open Happiness” message was seen in stores, on billboards, in TV spots and printed advertising along with digital and music components — including a single featuring Janelle Monae covering the 1980 song, “Are You Getting Enough Happiness?” The happiness theme continued with “Open the Games. Open Happiness” featured during the 2010 Winter Olympic Games in Vancouver, followed by a 2010 social media extension, “Expedition 206″ — an initiative whereby three happiness ambassadors travel to 206 countries in 365 days with one mission: determining what makes people happy. The inspirational year-long journey is being recorded and communicated via blog posts, tweets, videos and pictures.
Experts have long believed in the connection between happiness and wellness, and Coca-Cola is proud to have played a part in happy occasions around the globe. In Atlanta, check out the Happiness Factory Theater at the World of Coca-Cola and see the magic that goes into every bottle of Coca-Cola. Interested in learning even more about Coca-Cola history? Go to www.coca-colacompany.com and check out the History section.
http://www.worldofcoca-cola.com/

16 Aralık 2013 Pazartesi

Türk Kadını


Türk kadını; dünyanın en aydın, en erdemli ve en vakur kadınıdır."

"Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık nüfuz ve tesirini kuran kadındır."

"Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir."

"Bizce, Türkiye Cumhuriyeti anlamında kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en muhterem yerde her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir mevcudiyettir."

“Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüteceğimiz yol vardır.

Bu yol,Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur.”


M. Kemal ATATÜRK

13 Aralık 2013 Cuma

Eller, eller, eller

Bir günde kaç kez el yıkanır bilmiyorum ama, ellerimi yıkamadığım zamanlarda herhangi bir iş için kullanamadığımı biliyorum !

Ev hijyeni, kıyafet temizliği ve tozlu-kirli mekanlarda bulunamamam bir yana, şu ellerim kirlenmeye görsün hemen yıkamaya koşuyorum. Kedi-köpek sevince, tuvaletin kapısını tutunca, bozuk paralarla oynayınca, ellerin normal olarak  hemen yıkanması gereklidir fakat ben yıkayamazsam resmen vücudumda öyle bir uzvum yokmuş gibi dolaşıyorum :)
Bazı rahat insanlara hayretle bakıyorum ki yurtdışında yaşadığım en büyük problemim buydu mesela(Sanki bizim ülkemizde hiç yoklar!)
Adam cipsi yada yağlı herhangi bir yemeği 5 parmağıyla yedikten sonra benimle tokalaşmak için adım atıyor fakat karşısında 'U' dönüşü yapan biriyle karşılaşıyor. Her iki taraf için de kabullenilmesi güç bir durum inanın :)
Obsesiflik boyutuna ulaşacak kadar da çok yıkamıyorum tabiki fakat bu alışkanlığı hiç edinememiş bay/bayanlara tavsiyemdir.
Sağlığın şifresi ellerimizde saklıymış !
Bakın uzmanlar neler diyorlar...
Gündelik hayatta çevreyle ilişkimizi sağlayan organlarımızın başında gelir ellerimiz ve o nedenle daha çabuk, daha çok ve daha sık kirlenir.
Eğer ellerimizi dikkatlice ve usulünce temizlemezsek yani “el hijyeni” denen önemli konuya önem vermezsek hastalanmamız da hastalık yaymamız da kolaylaşır.
Çocukluğunuzda anneniz sizi de sık sık “ellerini her yere sürme!” diye uyarmış olmalıdır. Annelerimiz en çok da “kirli” olduğunu düşündükleri şeylerden bizi korumak için yaparlar bu uyarıyı. Doğrudur da. Doğrudur çünkü gündelik hayatta çevreyle ilişkimizi sağlayan organlarımızın başında gelir ellerimiz ve o nedenle daha çabuk, daha çok ve daha sık kirlenir, hastalık yapan mikroplarla daha sık karşılaşır, onları oradan oraya taşır.  Eğer “el hijyeni”ne önem vermezsek hastalanmamız da hastalık yaymamız da kolaylaşır.
Zaten bu nedenle de çocuklukta edindiğimiz önemli alışkanlıklardan biri de gerektikçe, doğru bir şekilde el yıkamaktır. Hem evde hem de okulda, ne zaman, neyle ve nasıl el yıkanır diye eğitiliriz. Önemli olan bunu bir refleks haline getirebilmektir.
Genel istatistikler kadınların ellerinin daha temiz olduğu yönünde. Çünkü kadınların el yıkama alışkanlığı yüzde 52 iken erkeklerde bu oran yüzde 48’de kalıyor. Ancak bazı araştırmalar bu konuya daha şüpheci bir yaklaşmamıza neden olmuyor değil.
Bir çalışmada, deneklerin ellerinde yerleşmiş 150 farklı mikroorganizma olduğu saptandı. Araştırmaya katılan 51 kişide toplam 4700 farklı bakteri çeşidi belirlenmekle birlikte yalnızca 5 tanesi 102 elin hepsinde de bulundu. Elde edilen bakteri çeşidinin fazlalığı kadar kadın deneklerin ellerinde daha fazla sayıda mikroorganizma bulunması araştırmacıları şaşırttı. Acaba erkeklerin ellerinin daha asit olması bu durumu açıklayabilir mi diye düşünen uzmanlar daha asit ortamlarda, daha az sayıda mikroorganizma barınabildiğini gözlemlediler.
Çalışmalar sırasında, düzenli el yıkamaya rağmen farklı bakterilerin bundan etkilenmedikleri de görüldü. Yıkamadan sonra bazı türlerin sayısı azalırken diğerleri çoğalıyordu. Ellerdeki bakterilerin önemli bir bölümü “patojen” (hastalık etkeni) değildir. Hatta bazıları hastalık yapabilecek etmenlere karşı koruyucu rol de oynar. Araştırmacılar, elleri “anti-bakteriyen” bir sabunla yıkamanın önemini kuvvetle vurguluyorlar.
Unutmayın! Temizlik ve hijyen elden başlar. Ve bunun için sadece “SU ve SABUN” YETERLİDİR.


BİR UYARI
Ne zaman çok önemli ?Bazı anlar vardır ki ellerin yıkanması-yıkanmaması tartışılamaz! İşte bunların başında her tuvalet çıkışında, yemek yemeden önce, eve girdiğinizde, çöpleri attıktan ya da para saydıktan sonra gelir.
Tabii ki kirli gıdalara, et, tavuk, balık, sebze, meyveye dokunduktan sonra, hapşırdıktan, öksürdükten sonra, vücudunuzun herhangi bir kirli bölgesine dokunduktan sonra, özellikle tuvalet, ağız-burun temizliğinden, ellerimize hapşırıp öksürdüğümüzden, hayvanlara dokunup ellerimizle sevdiğimizden, hasta kişilerle tokalaştıktan sonra, makyaj yapmadan, ilaç ya da tıbbi malzeme kullanmadan önce, pansuman yapmadan önce ve sonra da ellerinizi yıkamalısınız.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Kar gelir, Hoşgelir

Kahvaltımızı alır bahçeye kaçarız ve lapa lapa yağan, heryeri bembeyaz yapan karın altında güne başlarız.

Bu sabah kalkıp camdan baktığımda beklenen görüntü meydana gelmiş ve okulların tatil olmasını bekleyen çocuklar misali hazırlanıp işe gitmemek için direnmiştim oysaki... Hava şartları tüm yurt genelinde etkili olduğu için İstanbul'un heryeri aynı anda  beyazlara büründü. Maçlar ve deniz seferleri iptal edildi, eminim okullar ve bazı kurum/kuruluşlar da trafik nedeniyle erken paydos yapacaklar.
Ben soğuk sevmeyen ama kar yağmasına bayılan bir insan olarak işyerimde, okulumda, antrenmanlarımda son derece enerjik olmaya ve bu ortamlarda resim çekmeye son derece alışık biriyimdir. Yani mekan farketmez kar yağsın yeter :)

Kaza,bela, hastalık, donarak yaşamını yitiren insan haberleri olmadıktan sonra sosyal medyada kar görüntüsü paylaşımlarına daha çoook denk geliriz inşallah. İşin suyunu çıkarmamak adına ben milyon tane resim paylaşmıyorum ama günün önemini vurgulayan Doğadan'ın sıcak çay teması ile herkesi kara kışla başbaşa bırakıyorum. Şimdiden battaniye, film, çay-kahve ve sevdiklerinizle geçirebileceğiniz mutlu ve bembeyaz bir hafta dilerim ve her gördüğüne methiyeler dizen, şair ruhuyla eşsiz şiirler yazdığını sana ! insanlar gibi, Ama işi ustasına bırakarak birde şiir paylaşmalıyım ki blogumun bir anlamı olsun :)
KAR VE BEN
Esiyor tane tane yine beyaz bir rüzgar.
Söyleyin hangi kuşun kanatları yolundu?
Yine hangi ağaçtan döküldü bu yapraklar?
Yağan beyaz bir sükut, bir mahşerdir sanki kar!
Bir hicret sevdasıdır ruhumu sardı yine.
Ruhum gibi pervasız yoldaşlar da bulundu.
Ruhum karıştı gitti bu kar tanelerine;
Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.
CAHiT SITKI TARANCI

10 Aralık 2013 Salı

Topuklu mopuklu ayakkabı

Bu sabah gözümün önünde uçan uçana başladım güne. Genelde çok yüksek topuklu yada dümdüz babetlerle geldiğim şirketimde herkes biraz daha dikkatli yürüyordu ki, bu durum beni korkutmaya bir hayli yetti !

Sürekli koşar adım yürüyen ben, bugün kar botu giymediğim için üzülüyorum resmen :)

Aktif olarak 24 yaşımda spor ayakkabılardan kurtulup başladığım ''sürekli topuklu ayakkabı'' yaşantımda gayet sorunsuz bir şekilde ( Allah kem gözlerden korusun) bugünlere kadar gelsemde insan yinede korkuyor 182 cmden aşağıya düşmeye :) Konuyla ilgili 'kaydırmaz tabanlar, ayakkabı bakımı, püf noktaları' tarzı konuları ararştırırken aşağıdaki yazıya denk geldim.
Yazıda bayanların düşünce nasıl kalkılması gerektiği değil ama  nasıl durması gerektiği eğlenceli bir şekilde ele alınmış. Gayette faydalı gözküyor. Hadi buyrun...

İster cücelik sınırında olun ister develik fark etmez, bir kadın ayağına topuklu ayakkabı giydiğinde çok şey değişiyor. Bacaklar haliyle daha uzun ve zayıf duruyor, kıyafetin duruşu sihirli değnek değmiş gibi değişiyor, popo daha yuvarlak ve kalkık duruyor, topuğun çıkardığı ses “kim lan bu?” dedirtip gözleri üzerinize çeviriyor, oluyor da oluyor. Olmaması gereken tek şey ise -ki çoğunlukla bu da oluyor- yürürken karizmamayı çizdirmemek. Tek işi yürümek olan mankenler bile bazı bazı bu karizmayı nasıl çizdiriyor görüyorsunuz :)
“Ben böyle olmak istemiyorummm” diyorsanız, işte size topuklu ayakkabıyla yürürken karizmayı çizdirmemenin püf noktaları..
Topuklu ayakkabılarla ayakta durmayı öğrenin.
Adam gibi durmayı beceremezseniz o karizmanın çizilmesinden başka seçeneğiniz yok. O yüzden ilk önce topukluyla duruş tekniklerine bakalım.
Vücut dimdik olmalı. Asla ve asla kambur durmamalısınız. Eğer kambur duruyorsanız vücudunuzu hemen dikleştirin.
Bakışlar yerde değil karşıda olucak. Eğer adımlanııza bakarsanız size bakan yakışıklıları kaçırırsınız. Altın kural unutmayın !
Başınız vücudunuza 90 derecelik açıyla dursun, 180 derece de değil. Havalara bakarsanız yukarıdai maddeye ilave tepetaklak yuvarlanırsınız. Kabul abarttım, tek hedefim dümdüz karşıya bakışlarınızı sabitlemek..
Topuklu ayakkabılarla adım atma teknikleri.
Vücud dik, bakışlar karşıda, duruşumuz süper. Put gibi ikilmeyeceğimize göre sıra yürümeye başlamada. Şimdi gelin adım atmaya başlayalım.
Yürürken dengenin sağlanabilmesi için kolların sallanması biraz daha fazla gösterişli olacaktır. Bu işte işin püf noktası. Cat walk yürüyen mankenleri düşünün ayaklarından çok kolları dikkat çekiyor. Bu yüzden “aaa benim kollarım çok sallanıo amaa” diyorsanız işi yırtacaksınız demektir. Tavsiyem o kollar sallansın. Cebinize sokup kolları saklamaya çalışmayın.
Bacaklarınız mümkün olduğunca birbirine yakın ve düz olsun. Ayrık ayrık yürümeye kalkarsanız sünnet çocuklarından bir farkınız kalmaz.
Adımlarınızın boyutları mümkün olduğunca eşit olsun. Santimlemeye elbette gerek yok ama dışardan bakıldığında biri uzun biri kısa gibi gözükmesin.
Ayaklarınızı dışa değil, içe basın. Hep bir paralellik durumu var yani.
Beden derslerinde düzgün yürüme diye öğretilen önce parmak ucuna bas sonra topuğa hikayesini unutun. Yere önce topuğunuzu basın. Gerisi otomatik olarak geliyor zaten ;)
Kalçanız ister istemez bir sağa bir sola sallanacaktır. Size “ne kırıtıosun bu kadar?” diyene -sizi kıskanan bir hatun kesin- kuzum sen galiba topuklu ayakkabı nedir nasıl giyilir bilmiyorsunz deyip çenesini kapatın. İçinizden de doğru yolda oduğunuzu kendinize tekrarlayın, size güven verecektir.
Son olarak, hedef manken yürüyüşü değil. Karizmayı çizdirmemek. Atraksiyonlara girmekten aman aman uzak durun..http://kadincayasamkulubu.com/?p=123

9 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni yıla 'Kar' GeliyoOooooo-rrr

 Bu sabah uyanınca heryeri bembeyaz göreceğimi tahmin etmiştim.
Haftasonu soğuk havaya rağmen kendimi sokaklara atmıştım. Yeni yıl konseptine uyum sağlayıp beklemeye koyulmuştum ki...
Hava geçen günlere göre daha ılık ve güneşli çıktı !
 Eskilerin tabirine göre kar topluyor ve epey sert bir kışa hazırlanıyor sanırım gökyüzü. Hazırlansın bakalım bizde yeni yılı kar ile karşılamanın planlarını yapalım bu arada...

Yılbaşı konseptiyle süslü her mekanın fotoğrafını çekmeye başladım bile. Ne olduğu önemli değil, kırmızı olan herşeye aşırı bir ilgi ile yaklaşıp satın almamak için kendimi zor tutuyorum. Şirketimizin orta yerine kurulacak olan büyük çam acağını sabırsızlıkla bekliyorum. Çekiliş yapılsa her departmanınkine koşa koşa gider katılırım mesela :)
Yılbaşı konseptini niye bukadar çok seviyorum bilemiyorum ama enterasandır ki,  her sene değişik bir yerde ve değişik insanlarla kutluyorum şu yeni yılın gelişini. Hangi ruh haliyle girersem bütün senenin öyle geçeceğine inanalardanım :) Çok önceden planlamıyorum ama illaki bir programa dahil oluyorum. Bir sene LasVegasta Brezilyalı arkadaşlarımla, diğer sene ailemle bir yemekte, başka bir sene eşimle-dostumla herhangi bir yerde oldum bu yaşıma kadar. Bir önceki sene ile arasında uçurumlar olan yıllar geçti ama nerde olduğum önemli değil, evde tek başıma girsem bile o ışıklı, ağaçlı ve kırmızılar içindeki konseptin içinde olmam yeterli :)

Malumunuz milli piyango, dansöz ve tombala ise yılbaşı programlarının olmazsa olmazlarıdır kesin ! Bu ayrıntılarla  pek ilgilendiğim söylenemez.. Yurtdışında bulunduğum zamanlarda çok farklı kutlamalarda bulundum ama dansözle birlikte nadiren girmişimdir yeni seneye. Çocukluğumda televizyon showlarının en çok beklenen sahnesi olduğunu net hatırlıyorum. İzlerken de eğer güzel oynamıyorsa söylendiğim bariz gerçektir :) Dansöz dediğin güzel giyinir iyi kıvırır ve fiziğine dikkat eder yahu...

Hediye kısmına ise çok takılmıyorum ama en ufağından bile olsa mutlaka hediye alıp-vermeye bayılıyorum. Ülke ve dini inançlarımız olarak christmas'ı değil yeni bir yılı karşılarken eskileri geride bırakmanın yorgunluğunu kutluyoruz sonuç olarak. Evlerimizin bir köşesindeki süslemeler ve sokaktaki ışıltılar ise tamamen dikkat çekmek ve pazarlama stratejisini geliştirmek adına yapılan hazırlıklar...

Neredeyse daha 3 hafta olmasına rağmen şimdiden heryer kalabalık ve heryer yeni yıl coşkusuna kaptırmış gidiyor. Herşey biryana, sağlıklı ve başarılı bir yıla hazırlanmak için savaşıyor resmen insanoğlu...
Bir önceki seneden daha güzel ve enerjik bir yıl için süsleyin sizde ağaçlarınızı. Kısa kesin mutlu olun hoşçakalın...

6 Aralık 2013 Cuma

Bırrrrr Cuma

Belki daha önce aynı başlıkla bir yazım vardır, (Bu cuma başlığının tek farkı soğuk olması) hatırlamıyorum amma velakin insanın özellikle ''bugün cuma, yaşasın haftasonu, ohh bu hafta da bitti'' şeklinde sevinç çığlıkları atası geliyor. Zamanın bukadar çabuk geçmeini isteyen de birtek benim sanırım. Halbuki günler biterken ömür de geçiyor farkında değilim...

Gençlik, güzellik, enerji, bol para, temiz hava, güzel gıdanın birgün sonu geliyor elbette ama önemli olan bugünü yaşamaksa ben hızlı hızlı yaşamak istiyorum işte :)
Hayatımda az insan çok mekan , aklımda yaptığım için pişman olmadan geçen günlerim olsun istiyorum. Bu istekler kişiden kişiye elbette farkeden olgulardır. Ama ben pişmanlık yaşamadan emin adımlarla ve artık sadece ileriye bakarak yaşamaya çalışıyorum.

Önümüz malum, soğuk kış günlerinin başlangıcı...Karda kışta çamurda geçirilecek günlere hazırım çünkü biliyorum ki evde bulunduğum zamanlar daha anlamlı olacak. Battaniye altı çay-kahve-baileys eşliğinde dizi-film-müzik keyfini sevdiklerimle paylaşacağım. Her kış yaptığım gibi kayağa gidip enerjimi bembeyaz karlara bırakıp bol bol acıkacağım :) En güzel boğaz manzaralarından kar yağışını izlerken sıcak sahlepimi yudumlayıp bol bol fotograf çekeceğim. Tabiki şimdi bunları bir plan gibi sıraladım ancak spontane olarak yaşanacak kimbilir kaç yeniliğe de kucak açacağım...
Tüm bu saydıklarım kulağa çok hoş gelsede ben soğuk havayı ve kış aylarını resmen sevmeyen bir insanım. Elimde olsa her sene güney yarım küreye kaçar yazın geri dönerim :)
Çünkü yazın tam göbeğinde doğan bir insanın kış aylarında ne denli rahat olabileceği tartışılır. Sisli,karanlık ve yağışlı havalardaki ruh halim ve durmadan hastalanmaya müsait bünyem değişirse, bunun acısını kesin herkesten çıkarırım, vay sevenlerimin haline :)

Oysaki haftasonu kar yağışı uyarılarına rağmen bugün ortaya çıkan açık hava beni mutlu etmeye yetti. Öğlen yemeğinde bol güneş alan bir AVM'de yemek yerken (kapalı alanları kesinlikle sevmiyorum)  , herkesin bayılarak kullandığı ama benim birtürlü sevemediğim alışmaya çalışarak alay konusu olduğum yeni cep telefonumla  geçirdiğim günüm, diğerlerinden farklı bir cuma olduğu için bana mutluluk verebiliyor :)

Kışa girerken kendinizi mutlu etmek için herşeyi hazırlayın. Sahlep, boza, en yeni DVD'ler, sıcacık tutan pamuklu giysiler ve rengarenk şallar gibi kışı anımsatan ürünler de başlangıç için fena sayılmaz.
Benden tavsiye, bu yazıyı okurken sıcak ve güzel günleri anımsayın, haftasonu da kendizi sağlam tutun zira zorlu kış şartları heran kapınızı çalabilir,..

Sevgiyle ve sıcacık kalmanız dileğiyle hoşçakalın...

5 Aralık 2013 Perşembe

Tasarım Masarım

Güüünaaaydın :)
Bu sabah güne en sevdiğim renklerde ve en sevdiğim övgülerle başladım. Övgülerden kastım, yaptığım işlerin yada başarılarımın takdir edilme kısmından bahsediyorum. Yoksa şişirme iltifatlara karnım tok çok şükür !

Üzerimdeki kıyafetleri ben tasarladığım için ve bu özelliğimi bilen arkadaşlarımın-müdürlerimin bunu farketmesiyle beraber burdan da yazmak istedim.
Evde boş bulunduğum herzaman ev işleri ve el işleri arasında kendimi oyaladığımı kilimcinin kör oğlu bile bilir :)
Takı tasarlamak, dikiş dikmek, kumaş boyamak ve mevcut elbiseleri kesip-parçalamak en bilindik hobilerimdir. Bu huyumu malesef henüz ticarete dökemedim yada eğitimini alıp kendimi profesyonelleştiremedim. Herkeste olan ve ortalarda aynı elden çıkmışçasına dolaşan ürünleri oldum olası sevmedim, sevemedim.
Vakti zamanında, liseyi hazır giyim-moda bölümünü kazanmış bir insan olarak üniversiteye devam etmemiş olmak ne tür bir kayıptır bilinmez ama üniversiteden sonra da İtalya'da moda eğitimi almak yerine Amerika'da dil bölümünü tercih ettim.

Anlayacağınız benim moda bilgim çocukluğumdan beri bulduğum her parçadan Barbie bebeklerime aklıma gelen herşeyi dikmekle ve kendime enterasan ürünler tasarlamakla sınırlı kaldı. Bazen eşime dostuma hediye edilebilecek ufak şeylerde yapıyorum ama ısrarcı tutumlarla değil kendi halime bırakıldığımda yaratıcılığım tutuyor nedense...

Bugün üzerimdeki pantalonun modeli, paçasındaki deseni ve hırkamdaki objelerin dikimi tamamen bana ait. Evde herkesin kolaylıkla yapabileceği türden ve heryerde kolaylıkla bulunabilecek objelerden oluşuyor. Eğer evinizde ''Her genç kızın rüyası Singer dikiş makinası''da varsa işiniz bir hayli kolaylaşıyor =)

Yapılması gereken iş sadece,  alternatifi bol olan tuhafiye yada hobi dükkanlarından kesilmiş yada kendi zevkinize göre şekillendirebileceğiniz keçeler, pantalon yada bluz kenarlarına dikmek için inceli-kalınlı şeritler, ve yazlık yada kışlık olmak üzere alacağınız kumaşlara kalıyor.

Farklılığı seven ve aynı ürünlerden sıkılan herkese, keyifli ve yararlı uğraşlarla geçirecekleri günler dilerim...


4 Aralık 2013 Çarşamba

Ms. Leg leg

Farkettim de simdiye kadar bircok konuyu arastirmisim, örekleri kendi hayatımdan verip alternatiflerini de sunmuşum fakat hiç tüyo vermemişim :)  (belkide tüyolara pek inanmadığım kişiden kişiye değişebilecek konularda bilirkişi gibi davranmayı sevmediğim içindir)

Bugün arkadaşlarımla sohbet ederken uzun bacak boyumun zaman zaman alay konusu olduğunu görünce de birkaç ipucuyla uzun görünmek isteyenlere tüyolar buldum. (Biraz daha bekleseydin sırf bacak doğabilirdin diyen bile var) Şimdi tüyoları paylaşıyorum ki mini etek giydiğim zaman sopa üstünde yürüdüğümü sanmasınlar ! Sevgilim kızmasın, babam kızdırmasın, kızlarda kıskanmasın diye bile olabilir aslında :))

Bu basit tüyolarla dileyenlerin de bacakları ince ve uzun gözükecekmiş...
Kısa bot yerine çizme tercih edin
Boyunuz kısaysa bilekte biten botlar sizi daha kısa gösterir. Bu yüzden diz kapağınızı aşmayacak yükseklikteki çizmeler bacaklarınıza daha uzun bir görüntü verecektir.
Kıyafetinizin belini gösterin
Bluzlarınızı dışarı bırakmak yerine bellinizi gösterecek şekilde içeri katlarsanız, kıyafetinizin nerede başladığı gözükecektir. Böylece, bacaklarınızı daha uzun gözükür.
Dikine çizgiler
Dikine çizgiler, göz yanılsamalarına neden olduğu için daha uzun gözükmenizi sağlayacaktır. Etek veya pantolon alırken desen olarak dikine çizgileri tercih edebilirsiniz.
Yüksel belli mini etekler
Yüksek belli etekler, bacak boyunuzun başlangıç noktasını daha yukarda gösterdiği için bacaklarınız daha uzun gözükecektir. Aynı zamanda kısa etekler, bacaklarınızı ön plana çıkartığı için aynı görevi görür. Eteğin boyu, bacağın nerede başladığını saklar, özellikle de kalem etekleri tercih ederseniz, bacaklarınızın olduğundan çok daha uzun görünmesini sağlayabilirsiniz.
Ten rengi ayakkabı
Ten rengi ayakkabı giydiğinizde ayakkabının nerede başlayıp, bacağın nerede bittiğini belli etmez. Ten rengi ayakkabılar teninizle uyum gösterdiği için bacakları daha uzun gösterir.
Uzun paça pantolon
Pantolon paçanızın boyu çok önemlidir. Bol paça pantolonları topuklularla giydiğinizde topuk boyu belli olmadığı için bacaklarınız uzun gözükür. Dar pantolonlarda uzun paça kullanmaktansa bol paçalarda tercih edin. Doğru boy, ayakkabınızı tamamen kapatan boydur. Eğer daha uzun olursa, paçalarınızda katlar oluşur ve bu sizi uzun göstermek yerine kısa gösterir. Aynı şekilde bel boyunu yüksekte seçebilirsiniz. 
Renkleri Kullanın
Giyeceğiniz ayakkabıyı, pantolon veya çorabınızın rengine göre seçin. Tek renk olacak kıyafetiniz ve ayakkabınız bacak boyunuzu daha uzun gösterecektir. Eğer siyah pantolon veya çorap giyecekseniz farklı renk yerine siyah ayakkabı tercih edin farklı renkler bacak boyunuzu kesik kesik gösterir, tek renk ise bütün bir görüntü oluşturacağı için bacaklarınız uzun görünecek. Koyu renkler her zaman bacağınızı daha ince gösterecektir.

3 Aralık 2013 Salı

Sessiz ve derinden: HİPOGLİSEMİ

Bugün incelemek istediğim konuyu ilk olarak üniversitede, sporcu beslenmesi dersinde duymuştum. Halk arasında bilinen şekliyle, yediğimiz yemeklerin ilk etapta fazla enerjik bir bünye yaratıp sonrasında tamamen halsiz bıraktığı, kan şekerini yükseltip birden düşürdüğü için enerjimizi tamamen yanlış yönlendirdiğimiz şeklinde aklımda kalmıştı.

Şahsen, beslenme şeklim çocukluğumdan bu yana fazla tatlı ve fazla kalorili yiyeceklerden oluştuğu için pek farkına varmadığım hipoglisemi, spor yapmadığım ve hızlı kilo değişimlerim sırasında tahlillerde boy gösterdi.
Nasıl önleyebileceğim ve kendime nasıl dikkat edebileceğim konusunda fazlasıyla bilinçli olduğum için şanslı sayılabilirim. Fakat aynı sorunu yaşayan birçok insan, bunun farkında bile olamıyor.

İşlenmiş ve doymuş yağ oranı yüksek, günümüz hazır gıdaları  besin değerini yitirdiği ve eskisi kadar organik olmadığı için insan vücuduna gerekli desteği sağlayamıyor ve sessiz düşman ve hastalıklar olarak ilerleyen yaşlarda karşımıza bir bir çıkabiliyor.
Günün araştırma konusu sağlık üzerine olduğu için önce hekim-diyetisyen ve tahlillerinize dikkat edin daha sonrasında da kendinizi asla ihmal etmeyin dileklerimle güne devam ediyorum...

NEDİR?
Hipoglisemi, “kan şekerinin düşmesi” anlamına geliyor. Kanımızdaki şeker seviyeleri zaten sabit bir rakamda çakılı kalmıyor. Son derece değişken. Biyolojik ihtiyaca ve açlık-tokluk durumuna göre inip çıkabiliyor. Örneğin yemeklerden sonra 150’li rakamları geçiyor. Sonra 1-2 saat içinde, yeniden 100’lü rakamların altına iniyor. Eğer bu arada yeni bir şeyler atıştırmadıysanız son yediğiniz yemekten sonraki 5-8 saat arasında %80-90 mg/dl arasında gidip geliyor. Bu rakam 70’lere yaklaşır, hele hele daha da diplere vuracak olursa enerji ihtiyacını karşılayacak kadar şekeri bulamayan beynimiz –beynimizin tek enerji kaynağı kandaki şekerdir, beyin düşünürken, uyurken, rüya görürken enerji kaynağı olarak şekeri kullanır- bize otomatik olarak şu talimatı gönderir: “Benim enerjiye ihtiyacım var, kandaki şeker bana yetmiyor, git, bir şeyler ye, kan şekerini arttır!”. Biz de bu davete –zaten dünden hazır olduğumuzdan ve beyinden gelen uyarıyı “acıkma” olarak hissettiğimizden- hemen icabet ediyor, gidip bir şeyler yiyip kan şekerimizi yeniden yükselmeye çalışıyoruz. Şekerimiz normalde dönünce beynimiz keyiflenmeye başlıyor. Tatlı şeyler yiyip içince mutlu olmamız, kendimizi daha iyi hissetmemiz bundandır. Eğer beynimizden gelen uyarıları ciddiye almaz, kan şekerimizin düşmesine rağmen –hele hele 60’lı rakamların altına düşmesine rağmen- bir şeyler yiyip içerek durumu düzeltmeyi ihmal edecek olursak tüm bedenimiz ama öncelikle de beynimiz “şeker azlığına” isyan etmeye, tepki göstermeye, “şeker açlığı/yoksunluğu” belirtileri göstermeye başlıyor. Bu durumda ortaya çıkan işaretlere “hipoglisemi belirtileri” diyoruz.

NE ZAMAN TEHLİKELİ?
Hemen belirtelim ki ciddi bir kan şekeri düşmesinden, yani bir “klinik hipoglisemi”den bahsedebilmemiz için şekerimizin 50’li rakamları görmesi, hatta daha altına bile inmesi gerekiyor ama pratikte durum pek böyle değil. Değil çünkü her beden farklıdır, her insan biriciktir, herkesin metabolizması değişiktir, “herkesin hipoglisemisi kendine, hipoglisemik belirtileri ve şikâyetleri şahsına özgü”dür. Kimi insan şekeri daha 80’lerin altına iner inmez şiddetli tepkiler gösterirken, kimi de kan şekeri 50’li, hatta 40’lı rakamları gördüğünde bile bana mısın demez, tepki vermez. Hipoglisemiye verilen yanıtların farklı olması yalnızca genetik, biyolojik, metabolik farklılıklardan da kaynaklanmaz. Şekerin düşme sürati de çok önemlidir. Düşme ne kadar hızlıysa belirtiler o kadar şiddetlidir.

BELİRTİLERİ NELER?

Doktorlar hipoglisemi belirtilerinin kişiden kişiye değişebileceğini, çok farklı, yanıltıcı ve karmaşık işaretlerin ortaya çıkabileceğini iyi bilirler. Mesela bazı hastalar hipoglisemiye, yani “beynin şeker açlığı”na kafa karışıklığı, sersemlik, baş dönmesi, baş ağrısı, odaklanma güçlüğü, unutkanlık, kaygı hali gibi sersemliğin, düşünsel karmaşıklığın ön planda olduğu depresif/baskılanmış belirtiler verirken, bazıları da “sinirlilik, gerginlik, ani öfkelenme atakları, kızgınlık, agresif davranışlar, panik belirtileri” şeklinde yanıt verebiliyor. Ama belirtiler ne olursa olsun ağır bir hipoglisemi durumu eğer süratle tedavi edilmezse önce uyku eğilimine, sonra da komaya kadar gidebilen bilinç kaybına yol açıyor ki bu son duruma “hipoglisemi koması” diyoruz. Daha da enteresan olanı, hipoglisemi bazen çok silik seyredebiliyor. Bu gibi durumlarda akla gelip araştırılmıyor ve farkına varılmıyorsa kronik bir baş ağrısının, hatta bir depresyonaun tetikleyicisi de olabiliyor. Zaten bu yüzden de bazı hastalar ancak yıllar sonra yapılan bir hipoglisemi araştırmasından sonra teşhis ediliyor.

NETİCE...
HİPOGLİSEMİ ataklarının hipnoza yol açıp açmayacağını bilmiyoruz, daha doğrusu “hipnoz-hipoglisemi” ilişkisi hakkında net bir fikrimiz yok. Ama hipoglisemi nöbetlerinin önemli olduğunu, tekrarlayan hipoglisemi ataklarının özellikle yaşlı insanlarda bellek, konsantrasyon, uyanıklık hali, dikkat, yani beynin çeşitli fonksiyonlarını yıpratabileceğini çok iyi biliyoruz. Zaten bu nedenle de özellikle yaşlıların sık sık hipoglisemi atakları geçirmelerinden hiç ama hiç hoşlanmıyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki her hipoglisemi atağı beyin için ciddi bir travmadır. Eğer yukarıda saydığım belirtilerden muzdaripseniz ve bu belirtilerin açlığınızla, tokluğunuzla, yiyecek içecek seçimlerinizle ilişkili olduğunu düşünüyorsanız basit ve ucuz bir araştırma olan hipoglisemi incelemesinden geçmenizi tavsiye ederim.

NE YAPMALI? NELER YEMELİ?
ÜZÜLEREK belirtelim ki, nadir bazı durumlar dışında hipogliseminin köklü bir tedavisi yoktur. Kişilerin tedaviye değil, sorunu yönetmeyi öğrenmeleri gerekir. Bunun yolu da önce beslenme sistemini yeni baştan düzenlemekten geçer. Hipoglisemiklerin neleri yiyip içebilecekleri ve nelere ellerini bile süremeyeceklerini öğrenmeleri çok ama çok önemli bir noktadır. Öğün atlamamaları, uzun süre aç kalmamaları çok mühimdir. Ayrıca sık sık yiyerek, hele hele ara öğün alacağım diyerek bisküvi, kraker, meyve suları vs. gibi hatalı atıştırmalıkları yiyip içerek hipoglisemilerini kontrol etmeleri mümkün değildir. Hipoglisemik biriyseniz eğer ara öğününüzün ya proteinli bir yiyip içecek –yoğurt, ayran, süt, peynir- ya da fındık, ceviz, badem, elma, portakal gibi az şekerli bir meyve olması gerekir. İsterseniz hipoglisemiyi tahrik edebilecek besinleri de bir kenara not edelim: Bal, reçel, pekmez, meyve suları (her türlüsü), meşrubatlar, gazlı kolalı içecekler, şeker miktarı fazla her türlü besin, tatlılar, un ve pirinçten imal edilmiş besinler, fırın pastane ürünleri, un ve şekerle yapılan tatlılar, 1-2 dilimden fazla beyaz ekmek, cipsler, bisküvi, grisini, kraker, gofret ve benzeri atıştırmalıklar...

Yedikçe yiyorsanız hemen doktora gidin
HİPOGLİSEMİNİN işaretleri tabiî ki sadece beynin şeker ihtiyacının yeterince karşılanamamasına gösterdiği tepkilerle sınırlı değil, daha pek çok işareti var. Mesela çok sık acıkmanızın, daha yemekten bir iki saat geçmeden yeniden bir şeyler atıştırmaya ihtiyaç duymanızın nedeni hipoglisemi olabilir. Tatlı krizleri yaratabilir, yedikçe yemenize, hatta bazen yeme duygunuzu kaybetmenize sebep olabilir.

TEŞHİSİ KOLAY

Eğer çok hızlı yemek yiyorsanız –hatta bazen çiğnemeden yutma noktasına bile varabiliyorsanız- ve ardından terleme atakları, uyuklama nöbetleri yaşıyorsanız bunların da hipoglisemi ile ilişkili olabileceğini unutmayın. Ayrıca hipoglisemi sizi ekmek, pirinç, çörek, börek bağımlısı da yapabiliyor. Bu gibi belirtilerden yakınanların hemen ilk fırsatta “acaba bende de hipoglisemi var mı?” sorusuna cevap araması gerekiyor. Hipogliseminin teşhisi kolaydır. Sabah kalkınca açlık şekerine bakmak ve sonra bir test yemeği yiyerek birkaç saat süre ile kandaki şeker ve insülin seviyelerini ölçmek yeterlidir. Bazı durumlarda hipoglisemiye yol açabilecek sağlık sorunlarını da araştırmak gerekebilir. Böyle durumlarda daha ileri araştırmalar da yapılır.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Maskeli Balo

Hava soğuk, yağmurlu ve karanlık, muhteşem iç açıcı bir pazartesiye merhaba dedik !

Bir müddettir yazmıyordum, bugün girdim baktım, yok yine istemedi canım. Ararştırma yapmaya halim, maske takmak, gamsız davranmak yapımda yok, herşey neyse o !
Zaten kesin grip olurum bu hafta parmaklarıma kadar halsizim, gün geçmek bilmiyor :)

Bu kadar felaket haberinden sonra yarın daha eğlenceli konularla, neşeli ve pozitif ruh haliyle dönmek üzere şimdilik müsade istiyorum.
Beni özleyin anacım :)))


25 Kasım 2013 Pazartesi

Hayat gibi...


Son birkaç yıldır kendi kendime düşündüğüm , çevremdekilere bahsettiğim ve en yakınlarım şahsen tanık olduğu, uçlarda yaşadığım bir hayatım var ! Uçlardan kastım sürekli değişen ve bir sene öncesinden bana olacakları biri söyleseydi hayatta inanmayacağım, kendisine deli muamaelesi yapıp üstüne birde katıla katıla güleceğim bir hayattan bahsediyorum...
Zaman içerisinde tahmin edemeyeceğiniz güzellikler ve acılar sizi bulabilir, etrafınızda kimse kalmayabilir yada güveniniz her olguya karşı sıfırlanabilir ama malesef yaşayarak öğrenme ve acı-tatlı tecrübelerle olgunlaşmak diye bir gerçek var ki, ne söylesek eksik kalacak, kendimizi de parçalasak illaki başımıza gelecek ve o kaldıramayacağımız yükler sırtımıza binecek !
En önemli yaşlarımda beraber büyüdüğüm, aramızdaki bağın bizim harcimizde kimse hemde hiçkimse tarafından anlaşılmayacak olan adamdan uzaklaşmamı, sonrasındaki seneler boyunca kaçışımla beraber arada yaşananları, herkesi bir bir hayatımdan çıkartıp dünyanın bir ucuna gidip, dönünce kaderin hepsini bir bir karşıma çıkarmasını, yine beraber büyüdüğüm, kardeşlikten öte farklı bir olgu ile herşeyimi paylaştığım insanın da , sonsuzluğa uğurlanarak hayatımda bıraktığı boşluğu tarif etmem, kelimelere dökmem hatta kendime bile kabul ettirmem imkansız ! 
Son 2 gününü, yakın bir akrabasını kaybedip cenaze evinde geçirmiş, ağladıktan sonra gülme krizlerine girmiş, hayata bakışı tamamen değişmiş, hiçbirşey için pişmanlık duymayan ve artık inat etmeyen biri olarak bunları söyleyebiliyorum..
Bizim dışımızda gelişen ve hayatımızın orta yerine oturan herşeyi, bir bir yaşayan ve bunu kabul etmek zorunda kalmış biri olarak da yazıyorum. Kendinden başka hiçkimseyle uğraşmadan büyütülen , kimse için hırs-kin ve intikam planları yapmayan biri olarak yaşıyorum. Hayatın ne kadar kısa ve plan yapmadan yaşanması gereken bir olgu olduğunu tüm acı tecrübeleriyle öğrenmiş, başımıza gelen herşeyin sabrının yada güzelliğinin yine zaman içinde yaşandığını görmüş ve korkusuzca herşeyi dile getiren biri olarak hayatıma devam ediyorum.
Şuan çok gülüyor olabilirim birazdan ağlayabilirim de. Ailem, sevdiğim ve mutlu olduklarım yanımda olduğu sürece ne kadar hata yapma lüksüm olduğu da bellidir ama yarın yanımda olmayacak insanları kaybetme korkusuyla hata yapma lüksüm yok artık benim ! Kimse için tercihlerimden, karakterimden ve istediklerimden sürekli ödün de veremem. Susuyorsam illaki bir sebebi vardır ama sürekli konuşuyorsam da doğruluğumdan,dürüstlüğümdendir herkesi karşıma alıp tek tek izah edişlerim...

Bu yazdıklarım ölümün soğukluğundan değil, doğru-yanlış bildiğim yoldan ilerlerken yada 2 gün sonrada hep benimle yaşayacak olan düşüncelerimdir. Yaş aldıkça edilen dualarım hayırlı insanlar ve hayırlı ölümler şekline dönüşmüşse, doymuşluğun verdiği olgunluktandır. İnançlarım doğrultusunda Allahtan başka kimseye durup dururken açıklama yapmak zorunda olmadığımdandır.
Artı ve eksileriyle insanları kendi içinizde değerlendirebileceğiniz, önce kendizi sorgulayıp yolunuza devam etmeniz gerektiğini anladığınızda, herşeyin daha güzel olacağına inandığımdandır...

Hayat yeterince saçma ve karmaşık, yalnızca bu yüzden bile, içinde boğulmadan sadece ileriye bakarak devam edebileceğiniz günler sevinçler ve üzüntülerden çıkarılacak derslerle geçen bir ömür dilerim.
Görüşmek üzere, hoşçakalınız...

21 Kasım 2013 Perşembe

Şefin tavsiyesi

 Hergün ihmal etmeden yaptığım kahvaltı ve öğlen yemeği seanslarım neredeyse aynı saatler ve sonuçları içeriyor.

Sonrasında mutlaka ve mutlaka 'çok şiştim , çok hızlı yedim, aç kaldım ama olsun masamda devam ederim gibi söylemlerle, kahve-soda-bitki çaylarını elimden düşürmediğim bir rutinle güne devam ederim.

Birçoğumuz gibi siesta hayalleri kurar, hamağımı hangi köşeye kurup uyusam en fazla mutluluğu elde ederim düşüncelerine kapılırım :)
Ama gördümki böylesi delice düşüncelere kapılmama sebep olan birsürü metabolik etken varmış...Kişiden kişiye farklılık gösterdiği,kendimizi çok aç bırakmadan yediğimiz düzenli yemekler ve küçük egzersizlerle kolay atlatılabilecek bu genel uyku halinin açıklaması şöyleymiş:

Yemek yediğimizde, dolaşım sistemimizdeki kan akışını büyük bir bölümü, sindirim sistemimize hizmet etmeye başlıyor. Özellikle çok yediğimizde, sindirim borusunda yoğunlaşan ve hızlanan kan akışı, diğer dokulara normalden daha az gidebilmesi nedeniyle vücutta genel bir yorgunluğa neden oluyor. Buna, geçici iskemi (beyne giden kan akımının azalması) adı veriliyor.
Bunun yanında, yediğimiz besinlerin yapı taşları, merkezi sinir sistemimizde belirli yerlerin işlevi üzerinde etki göstererek uyku hissinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Özellikle protein içeriği yüksek besinlerle aldığımız L-triptofan, beyinde serotonin hormonuna dönüştürülüyor ve bu hormonun etkisiyle “mutluluk-sakinleşme-uyku” hissi oluşuyor.( Fütursuzca yenilen yemek şişkinlikten başka birşeye yaramıyor bence =D )
Bazı araştırmacılar, yemeklerden sonra dolaşımımızda asit seviyesinin azalması nedeniyle ortaya çıkan geçici kan pH değişiminin de uyku hissinin oluşmasında etkili olduğunu düşünüyorlar. Mide tarafından sindirim işlevinin yürütülebilmesi için yüksek düzeyde asit salgılanmasının, vücudun pH dengesini eski haline getirmek için kan asit seviyesinde ani bir düşüş göstermesine neden olduğu, ve bu nedenle ortaya çıkan alkali gelgitin de “uyku” hissine yol açtığı görüşündeler.

Yemek sonrası uyku hali, terleme, ellerde titreme, çarpıntı, fenalık hissi, konsantrasyon güçlüğü, kendini ifade etmekte güçlük, görmede bulanıklık olabilir.
Yine uykusuzluk, gece uyanıp yemek yeme isteği, sabah uyanınca açlık hissi, gece terlemeleri veya kabuslar şeker düşüklüğü bulgusu olabilir. Ayrıca sık tekrarlayan şeker düşmeleri nedeni bulunamayan panik atak ve depresyon tablolarına da neden olabilmektedir
En belirgini ise 'Hipoglisemi' olarak karşımıza çıkabilir. Ayrı bir günün konusu olabilecek, bu çağımız sağlık sorunun bulguları kısaca:
Açlığa tahammülsüzlük, açken veya akşam üzeri sinirlilik, gerginlik, yorgunluk, uyku hali, enerji kaybı, baş ağrısı, tatlı krizleri gelişmektedir. Bu bulguların karbonhidrat alımı ile düzelmesi nedeni ile kişi giderek daha çok unlu, şekerli veya tuzlu gıdalar ve şeker, çikolata tüketmekte ve giderek kilo almaktadır.

Genel olarak uyku problemi ve düzensiz gece-gündüz yaşantısı olanlara ise özellikle yemek saatlerinde tercih edilmesi gereken, sonrasında da bizi güzel bir uykuya hazırlayanların başlıcalarıymış:
MUZ
Gerçek uyku hapı olan muz, seratonin ve melatonin içerir. Bunun yanında magnezyumu da içinde barındırdığından kaslarınızı gevşetip sizi çok rahatlatır.
ILIK SÜT
En çok bilinen uyku getiricilerden biridir. Süt içeriğinde bulunan ve tripsin etkisiyle serbestlenen ve organizma için gerekli bir aminoasit olan triptofan sayesinde beyniniz yatışır ve daha sağlıklı bir uykuya dalarsınız.
PAPATYA ÇAYI
Sakinleştirici özelliği sayesinde papatya çayı, kaygılı ve sinirli bir bünyenin en iyi panzehiridir.
BAL
Bitki çayınızın veya ılık sütünüzün içine atacağınız bir çay kaşığı kadar balın etkileri hiç de göründüğü kadar küçük değildir.
PATATES
Az miktarda fırında pişirilmiş patates iyi bir gece uykusuna yardımcı olabilir. Midenizi yormayacağı gibi, içeriğindeki triptofan sayesinde asit seviyesini düşürür. Etkiyi daha da arttırmak için sütle birlikte püre kıvamına getirip yiyebilirsiniz.
YULAF UNU
Yulaf içeriğindeki melatonin sayesinde iyi bir uykunun en iyi ilaçlarındandır. Bir miktar akçaağaç şerbetiyle karıştırırsanız lezzeti ile de sizi büyüleyecektir. Ayrıca yulaf strese karşı da en etkili tahıllardan biridir.
BADEM
Bir avuç kalp dostu bu yemişlerden yediğiniz takdirde tatlı bir şekerleme yapabilirsiniz. Badem hem triptofan içeriği hem de uygun ölçüde içerdiği kalsiyum sayesinde kaslarınızın rahatlamasını sağlar.
TURP
Çok iyi bir C vitamini kaynağı olan turptan gece yatmadan bir parça yemek ya da suyunu içmek derin bir uyku için çok yararlıdır.
KAYISI
Kan yapan, kansızlığa ve kabızlığa iyi gelen kayısı sinirleri yatştırarak uykusuzluğa da iyi geliyor.
ELMA
Gece yatmadan önce yenen bir elma en güzel uyku ilaçlarından biridir.
KAVUN
Yaz mevsiminin sevilen meyvelerinden kavunun %95′i sudur ve sinirleri yatıştırıp rahat bir uyku uyumak için faydalıdır.
KEPEK EKMEĞİ
Bal kattığınız çayınız ile birlikte yiyeceğiniz bir ince dilim kepek ekmeği, vücuttaki insülinin biraz serbest kalmasına ve triptofan ve seratonine “uykum geldi”mesajı yollamasına yardımcı olur.
HİNDİ
Güzel bir uykunun 2-3 saat öncesinde, bir ince dilim kepek ekmeği üzerine koyacağınız küçük bir parça haşlanmış hindi eti yararlı olacaktır. İçeriğindeki triptofan sayesinde midenizde çok miktarda protein olmadığı zamanlarda bile sizi rahatlatır.


Benim tavsiyem, yemek bulunca yemeniz dayak bulunca kaçmanız olsa da, siz şefin de tavsiye ettiği gibi  az yemeyi tercih edin :) Hoşçakalın...

20 Kasım 2013 Çarşamba

Estetik-siz-siniz


Bugün kadınları anlamayı, içyüzlerini ve psikolojilerine göre sürekli değişebilen fiziksel özelliklerini bir kenara bırakın.

Büyük resme baktığınız zaman gördüğünüz şey nedir?
Benim gördüğüm sadece, gün geçtikçe birbirine benzeyen yüzler(diş-dudak ve kaşlar) moda olan herşeyi üstüne geçiren tipler ve kendi vücudunu ve karakterini keşfetmeden önce başkasına benzeme-özenme gibi eğilim gösteren gençler.

50 yaşındaki kadınında, 18 yaşındaki genç kızlarında adeta 30'unda gibi görünmek üzere yarıştıkları bir devirdeyiz sanırım.
Aslında bu durum erkeklerde de çok farklı olarak seyretmiyor. Dünyanın neresinde olursam olayım gördüğüm manzara hep aynı, kendi gibi değil de öyleymiş gibi gezen insan modelleri...

Şimdiye kadar herhangi bir uygulamaya tabii olmama ve  insanların doğal süreçlerinde (kırışarak) yaşlanması gerektiğine inanmama rağmen, estetiğe de hiç karşı değilim.Eğer yüzüyle,vücuduyla para kazandığı ve başarılı olduğu bir sektördeyse, neden olmasın ? Kendine güvensizlikten ne yapacağını şaşıran ve çok parasını saçacak yer arayanlara zaten söyleyecek sözüm bile yok !
Kendi psikolojisini, dini inançlarını ve güzelliğini, birtek insan kendi kendisiyle sorgular bakış açısıyla, yaptıranlarla da ilgilenmiyorum, en fazla abartılı görüntüleriyle alay eder, eğer erkeklerde metroseksüellik sınırlarını bile zorluyorsa, normal biri gibi görmekten vazgeçerim :) 

Dış görünüme, orantıya ve doğallığa her şekilde önem verenlerin  gözüne çirkin gelen görüntüler muhtemelen uygulama hatalarından oluyordur. O hataların en belirginleri aşağıdaki gibi sanırım. Okuyup lütfen bilinçli olmayı deneyelim :) Önce kendimizi sonra başkalarının göz zevkini bozmaya hakkımız yok nede olsa...

Başlıca burun estetiği hataları
•Hiç doğal görünmeyen, fazla kalkık, yüzle uyumlu olmayan burunlar.
Fazla kıkırdak ve kemik alındığı için çok kötü bir görünüme sahip burunlar. (İleride bunları düzeltmek için kaburgadan kemik ya da kulaktan kıkırdak alınması gerekiyor.)
 
Başlıca liposuction hataları
 • Liposuctionda en önemli risk, yanlış ameliyat sırasında veya sonrasında damarlarda pıhtı oluşarak akciğerlerde tromboemboliye neden olmasıdır. Bu öyle bir hatadır ki, kişiyi ölüme götürebilir.
Yine bilinçsiz bir cerrah eli ile düzgün olmayan, çukurlu görünümler ortaya çıkabilir. Karın bölgesine yapılan yanlış liposuction ameliyatları nedeniyle sarkmalar meydana gelebilir.
Özellikle yaşı ileri hastalarda, diz kapağının üzerinden yağ alma işlemi doğru yapılmazsa buradaki deri dizin üzerine sarkabilir.
Doğru uygulanmadığı takdirde de ciddi yanıklara bile neden olabilir.
 
Başlıca göğüs estetiği hataları
 • Doğal olmayan, uzaktan bakıldığında sert iki küre gibi duran göğüsler.
İki göğüs arasında eşitsizlik, asimetrik görüntü.
Protezlerin zamanla hastayı rahatsız edecek kadar büyük olması.
Zorlanarak konan protezlerin komplikasyonlara neden olması. (Örneğin nadir rastlansa da, kapsül kontraktürü olarak adlandırılan durumda protezin çevresinde vücut sert bir zırh oluşturabiliyor.)
 
Başlıca dudak dolgunlaştırma hataları
 • Çok yapay ve şiş görüntüler.
Vücutla uyumlu olmayan dolgu maddelerinin doğurduğu, hem görünüm hem de sağlık açısından sorun yaratan komplikasyonlar, sarkmalar.
 
Başlıca saç ekme hataları
Peruğa benzeyen, doğal olmayan görüntü.
Saç köklerinin tek tek değil bir arada ekilmesinden dolayı, bir kökten fışkıran onlarca saç teli.
 
 

19 Kasım 2013 Salı

Hasta mısın?

Her gün okuduğum köşe yazarları bellidir. Bazen aynı isimlerin dışına çıkar, farklı konuları da gözden geçirirm. Bunların en başını da Mehmet Öz ve Osman Müftüoğlu çeker.

Hayır, okuduğumu uyguladığımdan falan da değil, sadece yanlış bildiklerimi öğrenip doğrularıyla kıyasladığımda şaşırmak hoşuma gittiği için de sağlık konularını seçerim.

Üniversite yıllarımda 4 sene boyunca latince okuduğumuz anatomi,fizyoloji, kinesyoloji ve biyoloji gibi konularda da, aslında bildiğimiz çoğu şeyin gerçeklerden farklı olduğunun eğitimini aldıkça şaşırmıştım.

Bu yüzden, zaman zaman sağlık konularını ararştırıp burdan da paylaşırım. Bugün yine dikkatimi çeken , kendi kendinizi kontrolden geçirmek için uygulayacağınız basit yöntemler için Dr.Oz (Amerika'da tanıştığım herkese, Türk olduğunu gururla anlattığım doktorumuz)  yazısıydı.Yine şaşırdığım birkaç örnek var.
Ruh hastalarının kontrolü için henüz bişey yazmamışlar ama aşağıdaki linke bi göz atın bakalım, farklı alanlarda size ve çevrenize yarayacak birşeyler var mı:)
Sadece kendinize ve sevdiklerinize dikkat ettiğiniz güzel günler dilerim :)
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25137990.asp?yazarid=453


18 Kasım 2013 Pazartesi

Selam Caniiiiiiiim

Bugün pazartesi sendromundan çok enerjimi nasıl kanalize edeceğim derdiyle başladım güne.

Şımarıklığım üstümde, biri bişey dese gülme krizi gelir diye kısa kısa selam verip geçiyorum yerime.

Malumunuz haftasonu mümkünse eve girmeden yaşayıp, haftaiçi erkenden uyumaya ve hiç bitmeyen ev işlerime adadım kendimi son birkaç yıldır. Sabahın çok erken saatlerinde uyanıp güne başlamak ve haftasonları gece yaşayıp öğlen uyumak gibi alışkanlıklarım var artık. Birde cumartesi-pazarları sanki alarm çalıyormuş gibi sabahın körü aynı saatte kalkıyorum , delirmek işten bile değil...
Bir fotografımdan hatırladığım kadarıyla da cumartesi gecesi doğumgünü için gittiğim  fasıl mekanında Dr.Bilal denilen süper enerjik zatın, tamda tepemde oturmuş bangır bangır şarkı söylediği esnada, dizinde uyuklamış, pazar sabahı da boğazın muhteşem manzarasına ve sakin partnerime rağmen  çayımı fondip şeklinde içtiğimi anımsadım :)
Yeni güne gayet deşarj olmuş, dün geceden uykusunu güzelce almış olarak başlayan bir insanın pazartesi gününe nasıl girdiği ise böyle nedenlerden dolayı önemli olmuyor sanırım.
Yıllık izinden döner dönmez, en yoğun şekilde  işe koyulmak kadar cansıkıcı ve başedilmeyen bir durum değil en azından. Yada ülke değişikliğine maruz kalan metabolizmanızın azizliğine uğramıyorsunuz. Sadece 2 gün sevdiklerinizle güzel paylaşımlarda bulunmak yada kimseyi dert etmeden sadece kendinize dönük yaşarken  daha sağlıklı düşünüyor, daha verimli çalışıyor ve daha güzel gözlerle Dünyaya bakan bir insan haline gelebiliyorsunuz.

Denemesi bedava! 
Bir pazartesi gününe de yeni bir diet yerine yeni bir farkındalıkla başlamınızı dilerim. İyi haftalar ozaman caniiimmmm :)

15 Kasım 2013 Cuma

Renklerin Psikolojik Etkisi

Bugün Cuma, herzamankinden rahat renkli ve kendimiz gibi giyindiğimiz, haftasonuna kucak açtığımız bir gündeyiz...
Dış görünüşümüzdeki seçimlerimiz madem bizi yansıtıyor, bende herzaman rengarenk olmayı seven biri olarak hadi kalk renklerin psikolojideki yerini araştır dedim ve işe koyuldum...

Etkileri genel olarak, canlılarda meydana getirdikleri hislerle ilgiliymiş.
Bildiğimiz üzere her bir renk, insanda farklı duygular uyandırır. Kimi renkler insanı sakinleştirirken kimileri heyecanlandırır, bazı renkler kendine güveni arttırırken bazıları da içe kapanıklığı arttırabilmektedir. Birbirine yakın renklerin etkileri de birbirine benzemektedir.
Örneğin, sıcak renkler insanda sıcaklık hissi uyandırırken, soğuk renkler de bir serinlik ve soğukluk hissi uyandırırmış. (Herkeste farklılık gösterdiğine inanıyorum ben ! )
 Benide resmen sinirlendiren renkler var mesela, kendimede asla yakıştıramam ama bazen kendimi zorlayarak hayatımın bir alanına entegre ettiğim...
Renklerin insan üzerindeki etkileri, ruh ve sinir hastalıkları başta olmak üzere, çeşitli hastalıkların tedavisinde destekleyici olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, pazarlama, ekonomi ve siyaset gibi konularda da renklerin insan üzerindeki etkilerinden yararlanılıyormuş.
Mesela bende çok eminim ki bazı renkler beni acıktırıyor bazı renkler tatlı isteğimi uyandırıyor :) Bakalım başka neler yapıyormuş...
  SARI
Sarı geçiciliğin ve dikkati çekiciliğin ifadesidir. O yüzden tüm dünyada taksiler sarıdır. Dikkat çeksin ve geçici olduğunu bilsinler diye. Araba kiralama firmaları logolarında hep sarıyı kullanırlar.
O yüzden dünyada hiçbir banka ambleminde, bildiğimiz sarıyı kullanmaz. (Portakal ve bronz ya da bakır kimi zaman yer alabilir.) Paranın geçici değil, kalıcı olmasını isterler. "Parayı yatırın ve unutun lütfen" demenin bir yoludur bu.
Sembolizmde sarı; geçiciliği, ölümü hatırlatır. sarı odalarda çocukların daha çok ağladığı, büyüklerin daha sinirli oldukları tespit edilmiş. İlginçtir bir çok hayvan öfkesini göstermek için kırmızıdan çok sarıyı kullanır. Sinirlendiklerinde renkleri sarıya dönüşür. En az pigmentle yaratılan renk olduğu için tabiatta en çok rastlanan renklerden biridir.
 
MAVİ
Mavi, gökyüzü ve denizin simge rengidir ve onlar gibi insan psikolojisi üzerinde rahatlatıcı bir etkiye sahiptir.
Mavinin değişik tonları farklı etkiler yaratır; koyu maviler örneğin çivit ve gece mavisi yatıştırıcı, açık mavi huzur vericidir, duygusallığı ve duyarlılığı ortaya çıkarabilir, deniz mavisi ise düzen ve disiplini temsil eder.
Mavi inceliğin ve nezaketin rengidir. Yaratıcılığı, hayalciliği, ciddiyeti, güvenilirliği ve idealizmi beraberinde getirir. Bulunduğunuz ortamın mavi renkte olması size soğukkanlılık, olgunluk ve pozitif atmosfer getirir.
Koyu mavi ve lacivert ise sonsuzluğu, otoriteyi simgeler. Bu yüzden, iş adamlarının ve firmaların sık olarak tercih ettiği bir renktir.
MOR
İmparatorların ve olağanüstü güçleri olduğuna inanılan din adamlarının rengi olan mor, yüceliği, gücü ve lüksü temsil eder.
Mor, renk spektrumunun 7. ve son rengidir, bu yüzden özel bir renktir ve genellikle farklı ve bireysel bir stili yansıtır. Kendine güvenin ve egonun rengi olan mor, tarih boyunca ihtişam ve lüksün son basamağı olarak kullanılmıştır. Morun kullanımı mistik bir yücelik getirir ve metafizik gücü simgeleştirir. Astrolojinin ve alternatif bilimlerin temsili rengidir. Konsantrasyonu arttırır ve böylece meditasyon için de uygun bir ortam sağlar.
Eflatun seçilmiş ve mükemmelliyetçi bir renktir, seçilmişler içindir. Zeka düzeyinizi arttırır.
Tarih, yüksek sınıfların, saray mensuplarının daima morla bezendiklerini kaydeder. Nevrotik duyguları açığa çıkardığından, bilinçaltında insanları korkuttuğu saptanmıştır.
YEŞİL
Eski çağlardan beri bir çok sosyal grubun, baharı, doğadaki hareketleri ve bereketi simgelemek için kullandıkları simge renktir.
Yeşilin insanlar üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Doğanın verdiği güven, huzur ve yaratıcılığı insanlara yansıtır. Ev dekorasyonu sırasında kumaşlı eşyalarda, duvarlarda veya herhangi bir şekilde kullanılan yeşil renk ve tonları, sizin doğaya ve canlı çiçeklere olan ihtiyacınızı tatmin edebilir. Yeşilin yarattığı sükunet duygusu ise okullarda ve kütüphanelerin duvarlarında bu rengin seçilmesinde büyük rol oynar.
Ayrıca yeşil, umudun, barışın ve özgürlüğün rengidir, bu yüzden de bir çok ulusun bayrağında yer alır. Açık yeşilin ferahlatıcı ve steril duygusu yaratan bir etkisi vardır, bu yüzden hastanelerin duvarlarında veya temizlik ürünlerinin ambalajlarında sıkça kullanılır.
Yeşil, sarı ile karıştırıldığında, dostça ve davetkar bir hava yaratırken, mavi ile karıştırıldığında ise ferahlık ve serinlik duygusunu perçinler.
TURUNCU
Turuncu bir günbatımının ışığında yenilenin! Turuncu, güneşin renklerinden biridir ve enerjiyle doludur.
Turuncu yeniden doğuşun ve yeni başlangıçların simge rengidir. Maddi olmayan ancak manevi zenginliği temsil eder. İçinde barındırdığı enerjiyi insanlara yansıtır ve paranoya ve depresyon gibi psikolojik bozuklukların tedavisinde kullanılabilir.
Duvarınızdaki turuncu renk size güneşi hissettirir, sıcak bir ortam yaratır ve içinizi enerjiyle dolduran bir terapi halini alır.
Enerji ile ilgili bir çok materyal ve eylem de turuncu renkle belirtilir.
SİYAH
Siyah renk, kişinin hayatında oldukça etkilidir. Siyah yanlızlığın, gizemin ve dengenin rengidir.
Siyah uç bir renktir ve marjinaldir. Gücü, özgüveni, disiplini ve kudreti simgeler. Bunun yanısıra, siyah özellikle ölümün ve matemin rengidir, tarih boyunca ölüm korkusunu simgelemiştir. Bunların yanısıra siyahın kullanılmasının insan üzerinde olumlu etkileri de vardır, bunlardan biri arka fonda kullanılan siyah regin konsantrasyonu arttırmasıdır.
BEYAZ
Beyaz tüm renklerin bütünüdür ve içinde her renkten farklı anlamlar ve güçler taşır.Geleneksel olarak beyaz, saflığı, temizliği ve el değmemişliği simgeler. Gelin odalarının beyaz olmaları saflığın ve bakireliğin göstergesi olduğu kadar, yeni başlangıçların da göstergesidir. Ayrıca, uzmanlar beyazın istikrarın ve devamlılığın rengi olduğunu da belirtmektedirler. Beyazı yaşamında sıkça kullanan kişiler, dışarıya saflıklarını, deneyimsizliklerini, çocuksuluklarını ve en önemlisi temiz olduklarını yansıtırlar.
GRİ
Gri gözün en rahat ayırdığı algıladığı renklerden biridir. Diplomatik ve ağır bir renktir ama hareketsizliği, yavaşlığı ve ciddiyeti temsil eder. Silahlı Kuvvetlerde her yeri griye boyarız. Kapılar, kaloriferler; Devlette de her şey gridir. Puslu belirsiz bir hava gibi yaratıcılığı öldürdüğü öne sürülür.


Benim
ise en sevdiğim renk çocukluğumdan bu yana herzaman kırmızı olmuştur. Fanatikliğimden dolayı yanına asla sarı gelmemek koşuluyla her şartta her üründe ve her yenilikte kırmızı ilk tercihimdir.
Yüzdüğüm senelerce  kırmızı mayom bonem gözlüğümden güç alır, üniversitede döneminde bile kırmızı ağırlıklı kırtasiye ürünleriyle kendimi ders çalışmaya teşvik ederdim .
İş görüşmesine geldiğimde de bu durumun beni olumlu yönde etkilediğinden adım gibi eminim !
Şirketimin içi ve görünen yüzü beni her daim enerjik ve heyecanlı tutuyor. Sinirliyken bile bir başka sinirli olduğmu da göz ardı edemeyiz tabi :))
Detayına bakıldığında ise :
KIRMIZI
En sıcak renk kırmızıdır. Kırmızı renk fiziksel anlamda hareketliliği, dinamizmi ve gençliği; duygusal anlamda ise mutluluğu, azim ve kararlılığı ifade eder. Bir nevi gücün ve azmin simgesidir. İnsanı harekete geçirir. Hareketliliğin ve azmin ihtiyaç duyulduğu yerlerde kırmızı kullanılması uygun olabilir. Çünkü kırmızı renk insana şevk, azim ve hareketlilik kazandırır. Bundan dolayı özellikle gençlere hitabeden ürünlerde kırmızı sıkça kullanılır.
Kırmızının, özellikle yakın mesafelerden, diğer renklere oranla fark edilmesi kolaydır. Bu nedenle, uyarı işaretlerinde genellikle kırmızı renk kullanılır. Fakat uzaklaştıkça kırmızının fark edilmesi zorlaşır. Bundan dolayı, uzak mesafelerden fark edilmesi istenen işaretler için mavi renk daha uygundur.
Kırmızı ilk anda dikkat çekicidir, fakat uzun süre kırmızı ışığa maruz kalınırsa rahatsız ve tedirgin edici olmaya başlayabilir. İlk anda kendine çeken kırmızı, sonra kendinden uzaklaştırmaya başlayabilir.
Kırmızı renk iştah açıcı olmasının yanında zaman kavramını da unutturmakta ve uykuyu kaçırıcı etkilere de neden olmaktadır. Bu nedenle, özellikle yemek odalarında ya da lokantalarda tercih edilebilir. Böylece müşterilerin ya da misafirlerin daha fazla yemesi ve vakit geçirmesine yardımcı olabilir. Kolay fark edilmesi, önce kendine çekmesi ve sonra uzaklaştırması fast-food türü işyerlerinde çok sık olarak kullanılmasına neden olmaktadır.
Uzun süre kırmızıya maruz kalmak duyarsızlığa, kabalık, kızgınlık ve saldırganlığa zemin hazırlayabilir.
Kan akışını hızlandıran ve hareketliliği teşvik eden kırmızı aynı zamanda eşlerin yakınlığını tahrik edicidir. Bundan dolayı, özellikle çocuk sahibi olamayan ya da birbirine daha yakın olmak isteyen çiftler için yatak odasında ve geceliklerinde tercih edebilecekleri renklerin başında gelmektedir.
Kırmızı renk tansiyonu ve kan akışını hızlandırır. İnsana hareketlilik kazandırır ve mutluluk verir. Bu özellikleri ile hüzünlü olanları neşelendirmeye yardımcı olur. Kansızlık, soğuk algınlığı ve felç gibi şikayetleri olanların tedavisini destekleyici olarak kullanılabilir. Bununla birlikte yüksek tansiyon, gerginlik ve yüksek ateş gibi olumsuzluklara da zemin hazırlayabileceği için uzun süreli ve yoğun kullanımdan kaçınmak gerekir.

Benim rengim belli, sizlerede bol renkli günler dilerim :)