25 Ekim 2013 Cuma

Sevmek yada Sevmemek




Bu sabah erken saatlerde işim açısından verimli ve keyifli bir toplantıya katıldım. Herkes neşemi
önümüzdeki 4 günlük tatile borçlu olduğumu söylesede, nedeni bilinmiyor vallahi billahi tillahi :)

Hiperaktif yapım bugün tavan yaptı. Sanırım hava güzel ben sakinim ve içimden hiç cadılık yapmak gelmiyor. Bazen ortalamalarda seyretmek de yetiyor insana demekki...

Başarılı günler, mutluluktan uçtuğumuz saatler ve paylaşımlarla güçlenen unutulmaz zamanlarda oluyor elbette ara ara.
 Sanırım insanın keyfi sadece sevgiyle doğru orantıda gidiyor. Herşeyi aynı anda sevmemize imkan olmayabilir. Ama başta kendimizi, işinimizi, eşimizi,  sevgilimizi, dostlarımızı ver herşeyden önemlisi ailemizi seviyorsak hayat daha da çekilebilir hale geliyor. Ne kadar plansız olsanız da, bu iş böyle ilerliyor !

Serüvene koşmak için trenler bekliyorsan,
Güneşini yakalayıp gözlerine yerleştirmek için beyaz yelkenlerin gelip seni almalarını bekliyorsan,
Yarına inanmak için gün batımına, iyi kalpli görünmek için zayıflığa;

ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa,
Demek ki hiç bir şey anlamadın!   demiş Bertolt Brecht.
 
Kesinlikle katılıyor, onaylıyor ve hayatıma entegre edebilmek için çabalıyorum.
Hoşçakalın, tatilin keyfini çıkartın ve sevmeyi unutmayın...

24 Ekim 2013 Perşembe

İyi Biliriz :)

Bu sabah, herkes yoğun başladı güne. Toplantılar, gelecekler ve geçmişte yapılan işler gündemimizdeki yerini aldı...

Bana sorarlarsa da, aynı üçlemede gidiyor tüm hayatım. İşim-gücüm, geçmişteki anılarım, gelecek planlarım :)

Baktım bugün fazla sakinim hemen başkalarına yardım etmeye koyuldum. Eğer gerçekten yardım edecekseniz kişi, yer, mekan, zaman önemli olmamalıdır. Herkesin bilmesine gerek yok siz biliyorsunuz ve yardım için elinizden geleni yapıyorsanız işte bütün mesele budur !
Fakat söz konusu bilmek ise, bizden ala bilen yoktur şu dünya üzerinde. Ben ne anlarım başkasının işinden demek yerine yardım etmek adına kaptığım gibi tepsiyi herşeyi berbat etmeden poz verip bıraktım. Şekeri ıslatıp ziyan etmedim, kaşığı bardağa bulaştırmadım. Diyeceğim o dur ki; bu işi de ehline bıraktım. Öğrendim ama burnumu sokmadım ! (resimde soktum)

Bakın biz insanoğlu bazı şeyleri çok iyi biliyormuşuz. Okuyun ve lütfen günah çıkartın :)))
*İş hayatımız en son hangi ünvanda sona ermişse tüm iş hayatımızı buna mal etmeyi,
*Bir şehrin otogarına ya da hava alanına gitsek bile ,orayı gördüm, çok iyi biliyorum zannetmeyi,
*Bir merhabamız olmasa bile işimize yarayacağını bildiğimiz herkes için arkadaşım diye bahsetmeyi,
*Yıllarca arkadaş olduğumuz kişinin bir olumsuz cevabına, ona dünyaları dar etmeyi,
*Yanlış biliyor olsak dahi karşımızdakinin sabırla verdiği doğru bilgileri ukalalık olarak değerlendirmeyi,
*Bugüne kadar hiç tanışmadığımız bir kişiyle mecburen aynı ortamda yer alırsak, hayat hikayemizi anlatmak zorunda hissetmeyi,
*Trafikte (birbirini tanısın/tanımasın) birbirlerini usta manevralarla sıkıştırması usta şöförlüktür diye nitelendirmeyi,
*Saygıyı her an beklerken, saygısızlığı yapanı bir kalemde silmeyi,
*Fikirlerimiz yada yaşantımız kabul görmüyor, başka birine tercih edilmiyorsak geri kalan hayatı önce kendimize sonra bizleri istemeyene dar etmek zannedip- intikam almayı,
Kısacası; bizler düşünmeden, sonucunu tahmin etmeden, dahası başkalarını görmeden hareket etmeyi çok iyi biliriz :))



23 Ekim 2013 Çarşamba

Kalk Kız, Çay Demle !


Her sabah şu mutfakta, günlük blog resim çekimimde mutlaka birilerine yakalanıyorum :)

Herkes çayını, kahvesini, Cappy'sini Coca-Cola'sını alıp gidiyor ben hem pozumu veriyor hem konumu düşünürek arkadaşlarımla sohbet ediyorum. Şüphesiz her kıdem-kademeden insanla resmim vardır şu köşede. Bugünkü konuğum Doğadan çay departmanımızın değişilmez ismi ile oldu. Sessiz ve sakin yapısını benim blogum için bozan Mert şunları söyledi.. diye devam etmeyeceğim elbette :) Ama çay için yapılan araştırmalarda bisürü uzman üniversite ve faydalı bilgiler sıraladım aşağıda...

Hastalıklardan korunmak, bağışıklığı güçlendirmek, sindirimi kolaylaştırmak,bisküvimizi bandırmak, keyfimize keyif katmak gibi sayısız faydası ve fazla abartılırsa zararı da vardır içtiğimiz herşeyde olduğu gibi çayın da...
Benim hergün mutlaka 1 Türk kahvesi ve birkaç fincan farklı çay grubuna tiryakiliğimin başladığı gözden kaçmayan bir gerçek. Masamdaki bardakları geri almasalar resmen bir mutfağı andırıyor :)

Durum evde ve sosyal hayatta da devam ettiğine göre günlük hayatımızdaki etkisini inceledim bugün.
Elimde çay-kahve fincanlarıyla neden poz verdiğimi de anlamış oluruz böylece :))

Çayın etkisi, kalitesine ve demlenme süresine bağlıdır. Çay yapraklarında da çabuk çözülen kafein mevcuttur. Eğer çay sadece 2 dakika demlenirse uyarıcı etki yapar. 5 dakikadan daha uzun bir sürede demlenirse adrenalize olan kafeini bağlayan tanik asitler açığa çıkar. Böylece çay sakinleştirici etki yapar.

Çayın faydalarına baktığımızda ise adeta ecza deposunda saklanması gereken bir ilaç gibi olduğunu görüyoruz. Her türlü hazımsızlık, mide ağrısı, cilt kuruluğu ve öksürüğe iyi geldiği biliniyor.
Ayrıca diş macunu gibi çok sayıda floroit içerir. Çaydaki tanik asitler dişdeki koruyucu etkiyi destekler, dişlerin üzerinde koruyucu bir tabaka oluşturarak diş taşı oluşumunu engeller.
Banyo malzemesi olarak kullanıldığında enfeksiyon giderici ve sakinleştirici etki yapar.
Göz maskesi olarak kullanılırsa kanlanmaya ve ağırlaşmış göz kapaklarına iyi gelir
Demlenmiş çay suyunu evinizde ahşap temizleyici olarak kullanabilir, koyu renk mobilyalara uygulandığında çaydaki bileşenler eskimiş yüzeylere yepyeni bir parlaklık getirir gibi birçok pratik bilgiyi pratikte biliyoruz.

İş teoriye gelince ise bakınız tam olarak şöyleymiş:

''İsveçli ve Finli nörologların, 10 yıl süren çalışmalar sonucunda, kahve içmenin, çağın hastalığı alzheimerın oluşma riskini yarı yarıya azalttığını buldular. 1400 gönüllü hasta üzerinde yaptıkları çalışmalar sonucu günde 3 ila 5 fincan kahve içenlerde, içmeyenlere göre yüzde 50 oranında alzhemer oluşma riskinin azaldığının belirlendi.
Yeşil çayın da barındırdığı antioksidanlar ve flavnoid maddesi ile alzheimer hastalığına neden olan beta amiloid birikimini azalttığını kaydeden Dr. Yavuz ise, ''Bilinen en iyi ve etkili antioksidanlardan biri olan EGCG (epigallocatechin-3-gallate) yeşil çay içinde bolca bulunmaktadır. EGCG'nin ise unutkanlığa neden olan beta amiloid birikimini önleyici etkisi mevcuttur'' dedi.
 
Chicago’da yapılan araştırmanın sonucuna göre; Siyah çay kalp hastalarında damar sağlığını korumakta. Amerikan Kalp Derneği`nin ``Circulation Journal`` adlı yayın organında yer alan araştırmaya göre, daha önce kalp sağlığında olumlu etkisi belirlenen siyah çayda, siyah üzüm, greyfurt suyu, soğan ve kırmızı şaraptaki flavonoid maddesi, yüksek oranda bulunuyor.
‘Flavonoid`in, kötü kolesterolün (LDL) yol açtığı oksidasyon durumunu ve damar cidarlarının kalınlaşmasını önlediğini kaydeden uzmanlar, bu etkinin ancak çok miktarda flavonoid özü alınmasıyla kendini gösterdiğine dikkati çekiyorlar.

Boston Üniversitesi Tıp Merkezi`nde yapılan bir araştırmada, deneklerin bir kısmına bir süre boyunca belirli miktarda çay, bir kısmına ise su içiriliyor, maddesi oldukça göze çarpıyor.
 
Hal böyleyken işinizde, gücünüzde, sevdklerinizle, bazen sadece kendinizle başbaşayken içebileceğiniz çayınızı demleyin, bilmiyorsanız sallayın ve keyfinize bakın...
 
Hoşçakalın :)))

22 Ekim 2013 Salı

Sen Benim Kim Olmadığımı Biliyor Musun?

 
Bir dönüp baktımda geriye...

Herşey değişiyor sanki bir ben değişmiyorum !

En büyük yalan değişimin kendisine inanmamaktır. Karşınızdakini değiştirmeye çalışmak yerine kendinizi tanıyıp anlayıp yola çıkarak başlar tüm gelişimimiz oysaki. tüm sorunlar böyle çözülür, insanlık şüphesiz böyle huzura erer refah seviyesini korur, başarıların devamı gelir...

Millet olarak herşeyi bilen, ahkam kesen, kendimizi herzaman haklı görüp sorunların faturasını başkalarına mal eden insanlardan oluşuyoruz. Eğitimle törpülüyoruz kendimizi fakat kişiliğimiz değişmiyor, değişmiyor...

Diyeceğim şudur ki; kişilik bozukluğu olan insanlarla muhattap oluyoruz sürekli ama farkedemiyoruz. Her ne mevkide yada kültürden olursa olsun herkesi kendimiz gibi görüp mesafe koyamıyoruz çoğu kez. Halbuki insan denilen mekanizma içinde neler barındırıyor, neler !

İyi yanlarımızı da  gün gelir yazarım belki ama bazı bozukluklar varmış içimizde. Ben okudum da bende de hepsinden biraz illaki vardır, ileri boyutuna  henüz rastlamadığım :) Kendine aşırı güvenen, deli cesaretine sahip, tatmini zor ama bazen de şaşırtıcı derecede kolay bir insan olduğum için bendeki bozukluk şüphesiz farklı bir maddede gizli. Okurken asla sahip olmadığım sorunlar içinde şükrediyorum Tanrıya hergün, binlerce kez :)

Aşağıda okuduklarınız ise sadece başkalarında gördüklerimiz değil, kendimizi tüm ilişkilerinizde sorgulamanız gereken davranış bozukluklarının temel nedenleridir...

Keyifli okuyup özeleştiri yapınız. Biliyorum çok zor ama değişime önce kendinizden başlayınız ;)

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Bu bozukluğa sahip kişiler, kendilerini aşırı beğenir, devamlı övülme ihtiyacı duyar ve empati yeteneğinden yoksundurlar. Benlik değerlerini aşırı düzeyde abartmış ve fiziksel, zihinsel ve ruhsal yönden üstün olduklarına inanırlar. Bulundukları sosyal ortamda el üstünde tutulmak ve hak etkileri ilginin gösterilmesini isterler.
Diğer insanlara göre özel olduklarını, dolayısıyla her şeyin en iyisinin kendi hakları olduklarını ileri sürerler. Çok zeki, başarılı, güçlü ve fiziksel olarak üstün olduklarını veya öyle olacaklarını düşünürler. Başkalarını yönlendirmeye eğilimlidirler. Kendilerini hep ön planda tutmaya ve çok önemli kişiler olduklarını göstermeye çalışırlar. Eleştirilmekten ve yargılanmaktan nefret ederler. Başkalarının önerilerini kabul etmezler; onların başarı ve çabalarını kıskandıkları için küçümser ve sürekli eleştirirler.
Üstünlüklerini ortaya koyabilmek ve herkese gösterebilmek için başkalarını kullanabilir ve onları maddi ve duygusal yönde sömürmeye çalışabilirler. Oldukça bencil davranırlar ve kendilerini dünyanın merkezi görürler. Bu nedenle sağlıklı ve dengeli arkadaşlık ilişkileri kuramazlar.
Başarılı bir aile ve iş yaşantıları yoktur; çünkü etkin bir çalışmada bulunmaz ve sorumluluktan kaçarlar. Akıllarının estiği gibi özgürce hareket etmek isterler. Bir türlü istedikleri tatminliği yaşayamadıkları için süreğen bir doyumsuzluk yaşarlar.
Kendilerinden başkasını düşünmez ve onları anlamaya yönelik bir çaba göstermezler. Üstün ve benzersiz görülme, takdir edilme ve onaylanma beklentileri gerçeklemediği için sürekli bir hayal kırıklı ile karşı karşıyadırlar. İstedikleri saygıyı, ilgiyi bulamadıkları ve aşırı kaygı ve stres durumlarında bunaltı, çökkünlük, kırgınlık yaşabilir, aşırı düzeyde öfke ve atak nöbetleri geçirebilirler.

ÇEKİNGEN KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Bu kişilik bozukluğu grubuna giren bireylerde aşırı, utangaçlık, çekingenlik, sosyal ortamlardan kaçınma, eleştirilmeye ve ret edilmeye karşı duyarlılık yoğun bir biçimde görülür. Her davranışının başkasında oluşturduğu etkinin üzerinde gereğinden fazla dururlar, kabul edilmemekten ve eleştirilmeye karşı ciddi kaygıları vardır. Alay edilecekleri korkusuyla grup ortamlarında durmazlar. Davranışları üzerinde aşırı bir oto kontrolleri vardır.
Bütün ilişkilerini ve iletişimini kabul veya ret üzerine kurarlar; kabul edileceklerinden emin olmadıkça ilişkiyi başlatmaz veya sürdürmezler. Bu nedenle sağlıklı ilişkiler kuramazlar. Aslında sosyal ilişkilere, duygusal yakınlığa ve dostluk ilişkilerine ihtiyaç duyarlar; ama benlik saygıları gelişmediği için kabul görülmeyeceklerini düşünerek geri durmayı yeğlerler.
Girdikleri ortamda başkalarının dikkatini çekecek yanlış davranışlar yapmaktan korkarlar, kendilerini küçük düşürücü bir söz söyleme korkusuyla mecbur kalmadıkça tek kelime bile konuşmazlar. Konuştuklarında ise bütün bedenlerini bir heyecan sarar; yüzleri kızarır, elleri titrer, kekelemeye başlarlar. İş yerinde ve diğer sosyal ortamlarda sessiz, kendi halinde, utangaç ve hassas bir görünüm oluştururlar. Yalnızlığı sevmedikleri halde çekingenliklerinden dolayı çoğu zaman yalnız bir yaşam sürerler.
Çekingen kişilik bozukluğu ile sosyal fobi arasında çok benzer özellikler bulunmaktadır. Bu nedenle bunları birbirinden ayırmak güçtür. Sosyal fobi, bireyin yaşamının herhangi bir döneminde ortaya çıkar ve bir kişilik örüntüsü değildir. Kişi, yaşadığı durumun farkında ve bu durumdan ciddi anlamda rahatsızlık duyar, üstesinden gelmek için çeşitli çarelere başvurur. Çekingen kişilik bozukluğunu, şizoid kişilik bozukluğundan ayıran temel özellik, birincisinde kişi insanlarla bir araya gelme gereksinimi içindedir ama çekingenliğinden dolayı uzak durur ve böyle davrandığı için de üzülür; şizoid kişilik bozukluğunda ise, kişi özellikle yalnız kalmayı tercih eder ve insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan uzak durur.

BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Başkalarına bağımlı olan ve onlara boyun eğen kişiler bu grupta yer alırlar. Birçok konuda başkasının onayı olmadan hareket edemezler. Birçok farklı kaynaktan onaylanma gelmeden kolay kolay karar vermezler. Kendi başlarına harekete geçemezler, sorumluluk alma gücünü kendilerinde bulamazlar. Risk taşıyan işlerden uzak dururlar.
Fedakârlığı sürekli başkalarından beklerler ve hep alıcı olmayı tercih ederler ama vermeye ve fedakârlık yapmaya yanaşmazlar. İsteklerini kabul eden kişilere karşı boyun eğici bir tutuma sahiptirler.
Güven arama arayışları yaşam boyu devam eder. Başkalarına dayanmadan kendilerini yapayalnız, çaresiz ve huzursuz hissederler. Yalnızlığa itilme ve bir başlarına bırakılma kaygısını taşırlar. Aksini düşünseler bile, bir başkasının görüşünü tereddütsüz onaylarlar; çünkü itiraz etme, karşı fikir beyan etme cesaretinden yoksundurlar. Kendileriyle başbaşa kalınca hiçlik duygusuna kapılırlar.
Psikanaliz kurama göre bu bozukluğu olan kişiler oral döneme saplanıp kalmışlar. Aşırı korumacı, özerklikleri kısıtlanmış ailelerde yetişen bireylerde görüldüğü ileri sürülür.
Kadınlarda daha çok görülen bir kişilik bozukluğudur. Yeniliğe ve değişime kapalıdırlar ve bu yöndeki oluşumlara karşı aşırı bir direnç gösterirler. Anksiyete ve depresyona yakalanma olasılıkları yüksektir.

Her ne olursa olsun can çıkar huy çıkmaz diye bir laf da vardır. Önemli olan kalıcı hasarlar bırakmadan kendimize gelmemiz, kendimizden başkalarını irdelememeiz ve sevdiklerimiz için daha iyi bir insan olmak için çabalamak gerekliliğinin bilincinde  yarını beklememizdir diye düşündüm bu yazımdan sonra, Hadi hayır olsun inşallah :))))

21 Ekim 2013 Pazartesi

Döndünüz mü a dostlar ?

Tatilden yeni dönenler için işlerine, evlerine ve okullarına alışamama gibi bir durum söz konusu ise "tatil sonrası sendromuna yakalanmışsınız demektir

Özellikle araştırdım bunun içinde var mı bir sendrom diye... Malum ülke olarak sürekli kaygılarımızdan despresif hallerimizden yaşam şartlarımızdan kafamızı kaldırıp kendimize bakamaz olduk, gün geçtikçe abartıyoruzda bu ruh durumunu. Amma velakin  uzmanlar, tatil sonrası sendromunun belirtilerinin, kişinin iş yerine veya okuluna alışamama gibi durumların yanı sıra, iştahsızlık, eklem ağrıları, kaygı bozuklukları, mevsimsel depresyona bağlı keyifsizlik ve hiçbir şey yapmama isteği gibi belirtilerle kendisini gösterdiğini söyledikçe, demekki gerçekten ortada birşey var diyorum !

Tatil boyunca gezdik tozduk uyuduk uyandık ama dün gece eminim çoğunluğumuzu uyku tutmadı, gece yatmak sabah kalkmak bilmedik :)

Vallahi içimden yazmak bile gelmedi bugün, halbuki ne çok detay var paylaşılacak. ne çok resim var görücüye çıkacak :)

Araştırmalarımla yetinin bugün sevgili takipçiler. Belki işe yarayan kendinize entegre edebileceğiniz bilgiler vardır içlerinde ...Uzman Psikolog Kamil Yoşumaz bişeyler demiş bende okudum bakın aşağıda da aynen paylaştım.

Tatil dönüşü hemen işe başlamamalı !

Tatil dönüşlerinde  adaptasyon sorunları olduğundan önlem olarak, kişinin hemen işe başlamaması gerektiğini kaydeden Yoşumaz, "İşinize bir gün ara verin. Bu ara süresince kendinize hem bedenen hem de psikolojik olarak, işinize veya okulunuza hazırlamalısınız" diye konuştu. (konuşması uygulabileceğimiz anlamını taşımıyor, ehejhewjwejm =D )

Adaptasyon süreci gerekli

Adaptasyon sürecini kolay geçirebilmek için hem çalışanın hem de işverenlerin uygulayacakları küçük planlarla bu sürecin daha kolay atlatılabileceğine vurgu yapan Yoşumaz, şöyle konuştu:
"Tatilden yeni döndüyseniz ve hala daha işinize, evinize ve okulunuza alışamadıysanız muhtemelen tatil sonrası sendromuna yakalanmışsınızdır. Bu durumu ortadan kaldırmak için çalışan işe gitmeden önce, iş yerinde ne yapacağına dair küçük planlar yapsın. İşe küçük toplantılar yapılarak başlanılması, adaptasyon sürecini hızlandıracaktır. (Herkes birbiriyle aynı moddayken ne hazırlasın insanlar yahu =D )

İstifaların çoğu, tatil veya izin sonrası oluyor

Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre özel veya devlet sektöründeki işinden istifa edenlerin birçoğu, tatil veya izin sonrası dönüşlerinde istifa ediyor. İnsanların tatil sonrası istifa etmelerinin psikolojik açıdan en önemli sebebi ise tatildeyken işleriyle alakalı yeni kararlar aldıkları için, bu kararları hemen hayata geçirmek isterler. Başarılı olamayınca da en kolay yol olan istifa mekanizmasını işletirler. Bunu önlemenin yolu, aldığımız kararları hayata geçirmeden önce biraz beklemeli zamanın ne getireceği görülmelidir." (Benim tarzım insanlara göre değil ama deneriz =D )

"İşverenler, çalışanlarına toleranslı davranmalı"

Buna benzer durumlarda işverenlerin de çalışanlarına toleranslı davranması gerektiğini anlatan Yoşumaz, şöyle devam etti:
"İşverenler, çalışanına tatil dönüşlerinde, en az 1 hafta sabah işe gelişlerinde 15-20 dakika geç gelmelerine göz yummalıdır. İş sahipleri, çalışanlarına mutlaka yeni projeler üretmesi için daha çok fırsat ve imkân tanımalıdır. Bu kişinin, hem adaptasyon sürecini hızlandırır hem de performansının daha çok yükselmesini sağlar. İşverenlerin dikkat etmesi gereken diğer bir konuda çalışanlar ile iletişim kurmalarıdır. Ne kadar çok çalışanlarla iletişim kurulursa, çalışanın da kendinin anlaşıldığı hissi uyandırılarak psikolojik olarak rahatlatılmış ve verimi artırılmış olur."’ (Patrondan neyi talep ettiğine dikkat et ey çalışan, bakmaz gözünün yaşına kimse  =D )
Yoşumaz, kişinin bir önceki tatiliyle, yeni yaptığı tatili kıyaslamaması gerektiğini ve hayatından olduğunca "keşke"leri çıkarmasının yararına olacağını sözlerine ekledi..
İyi de etti, biz yarın başka konu ve uygulanamayacak yazılarla oyalarız kendimizi nasılsa.. HOŞÇAKALIN :))))