20 Eylül 2013 Cuma

Ne yapsam, nereden başlasam ?


Neredeyse hergün işten direk eve dönüyorum. Üzerimde öyle bir yorgunluk oluyor, sanırsın ki taş taşıdım, kum kardım harcı yettirmeye çalışıp duvar ördüm :)

Hemen balkona oturup denizi izlerken birşeyler içiyorum, günün tüm yorgunluğunu orada bırakmak istiyorum çünkü. Kendime gelmek içinde soğuk şeyler içerim ki Su-soda-Coca-Cola üçlüsünden biri oluyor mutlaka... Sonrasında da başlıyorum plan yapmaya. 'Bugün değişik ne yapsam' türünden sorgulamalarla...
Evi toplarken de düşünürüm acaba dışarıda işim var mı? Söz verdiğim buluşmam gereken biri var mı? Acilen temin etmem gereken bişey var mı? Her sorumun cevapsızlığımda biraz daha yaklaşıyorum yatağıma.. Hergün ama hergün aynı şeyler.. ya kitap okumak TV izlemek için köşe koltuğuma uzanırım yada yemek yiyebilecek gücüm varsa annemlere giderim ki bu durum benim için arabayla dışarı çıkmakla aynı şey oluyor...

Haftaiçi dışarı çıkarsam da deli gibi yemek yenilen gezilen tozulan yada alkolle eğlenebilen yerlere gidiliyor ki eve gelmem gece yarısını buluyor. Ertesi gün kendini ara da bul ! kayıp bir gün, bitik bir beden, yüreğim buruk sözlerim nemli bla bla blaaa.. Şu düşüncelerime inanamıyor olsamda malesef bende artık erken yatan erken kalkan bir yumurtayı sütle çırpan bir hatun oldum..Yada yaşlanıyo muyum acaba :)))

Diyeceğim o ki; otur birgün de çay demle evinde, çağır eşini dostunu yada anneni babanı artık kimi toplarsan; millete hizmet et, sohbet et, izlediğin okuduğun şeylerin kritiğini yap hatta yemek yap, bişeyler tasarla, kurslara ilgi duy, yaz-çiz-karala...
Ama nerdeeee? Kafa olmuş kazan gibi bide birşeylere takılıyorsan düşüncelerinde, yukarıda saydıklarım sadece hayal ürünü yada çok nadiren yapılan şeyler oluyor. Tavana bakmak konuşmadan uzaklara bakmak hatta müziği kısık sesle dinlemek en büyük hobilerim arasında !

Eminim sadece ben böyle değilim. Havaların değişmesi, iş hayatının çetrefilleşmesi ve insanların beyin yorgunlukları artık hiçbirine izin vermiyor...ve eminim birimiz ikimiz değil sanki hepimiz tükendik, millet olarak yaşamayı sadece çalışmak,çalışmak,çalışmak zannediyoruz çünkü zannettiriliyoruz senede bir kez yapılan tatillerden medet umuyoruz... O beyin yaşama nedenini unutuyor adete, sevmek sevilmek ve sürekli yenilenmek isteği bile zaman içerisinde sekteye uğruyor. en sakini sinirli en sinirlisi suçlu olup çıkıyor...

Hergün kendime sözler veriyorum yapma-etme cinsinden değil farkında ol hatalarını tekrarlama sinirlerine yenilme ve kızdığın insanlara benzeme diye.. Ne kadarını uygulayabilirsem kardır şu hayatta tabi çivisi çıkmış düzende ne kadar daha yaşanılır o bilinmez :)

Çay var içersen ben var seversen yol var gidersen diye diye gidip yeni demlenen çayı bir kontrol ediyim.. belki güzel duygular uyandır bugün de:)

19 Eylül 2013 Perşembe

Hello Burci


Bugün günlerden Hello Kitty :)

Öğlen yemeğinde Ataşehirde açılan yeni merkezinde buluşmak üzere sözleştiğim iş arkadaşlarıma renkli görünmek için giyindim böyle... Halime tavrıma bakan ne işin var senin çizgi film karakterleriyle diye alay etmekten geri kalmasa da benim açıklamam hazır '' çok seviyorum çünkü ağzı yok '' Benden daha çok konuşmayan herşeyi sevdiğim doğrudur fakat bu beyaz kediciğe bayılıyorum :)

Koleksiyonum son 3-4 senede öyle hızla büyüdü ki...Yurtdışı alışverişlerimin %30'u Hello Kitty magzalarından topladıklarım ürünlerden oluşuyor. Ev tekstili, hazır giyim, aksesuar, peluş oyuncakları, stickerları, araba ekipmanları, sabahlık terlik ve aklınıza gelmeyen herşey bende mevcut. 28.yaş günümü bu yaz 3 katlı muhteşem bir pastayla kutladık koca koca adamlar olarak :) Biliyorum çok saçma ama küçüklüğümden beri koleksiyonlarımı takıntı derecesine getirmeden bitirmeye başarabilmiştim.. Bulunabilirlik ve çeşit fazlalığı yüzünden kendimi engelleyemiyorum bu alışveriş çılgınlığında. Daha da almadığım okadar çok ürünü var ki.. Yurtdışına çıkmadığım zamanlarda da sanal ortamdan öyle güzel şeyler aldım ki kullanmaya kıyamıyorum. Neyseki yeni evimde bir odamı tamamen bunlara ayırdım ve resmen kız çocuğu odası yaptım... 9 yaşındaki erkek yeğenim bile o odaya girmeye dayanamıyor :)

Ve şimdi resmen maaşımı dökebileceğim büyüklükte 2 mağazası İstanbul'da açıldı. (Ataşehir-Bağdat caddesi) Çok lezzetli ve yetişkinlere hitap eden bir restoranı da mevcut.. Cheescakeleri muh-te-şem !

Tarihçesini Türkçe'ye çevirmek ve koleksiyonu arttırmak için bile harcadığım vakti-nakti başka birşeye harcasaydım muhtemelen uzman olmuştum. Bu konunun uzmanı olmamın ise kime neye yarar sağladığı tartışılır. Belki günün birinde iş hayatımız kesişir benim aldığım maaş da haydan gelip huya gitmiş olur :)

Konunun özünü ve ruh halimi anlattıktan sonra birazda biyografisiyle Hello Kitty'yi anlatıyorum öyleyse, çok merak eden varsa okusun...

Hello Kitty,
Japon firması  Sanrio tarafından üretilmeye başlanmış ve ilk dizaynını Yuko Shimizu tarafından gerçekleştirmiş bir gerçekdışı çizgi karakterdir.
Beyaz Japon kadın görünümünde dişi kedi olarak resmedilmiştir ve bir öğe üzerinde karakterin ilk görünümü, bir vinil madeninden para cüzdanı olarak, 1974 yılında Japonya'da tanıtıldı ve 1976 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne götürülmüştür.
2010 yılı itibarıyla 36 yaşında, Sanrio 5000000000 $ bir yıl değerinde küresel bir pazarlama fenomen haline gelen  Hello Kitty her sene büyüme sağlamış...
2007 yılında başlayarak, Japonya'da trendleri takip eden  Sanrio daha fazla siyah ve daha az pembe Hello Kitty'ler için koyu tasarımlar kullanarak  kawaii stillinden sıyrılmayı başarmış.

Hello Kitty ile farklı temalı tasarımlar ve bir dizi güncel trendleri takip edip düzenli olarak üretildi. 1999 yılında Hello Kitty yıllık 12.000 farklı ürünle bugünlere geldi. 60'dan fazla ülkede 50.000 farklı Hello Kitty markalı ürünleri ile varklığını ilan etti, diyor araştırmalarım...

http://en.wikipedia.org/wiki/Hello_Kitty

18 Eylül 2013 Çarşamba

Aşk mı, yok daha neler !

 Kime, neye ve neden duyduğun önemli değil... Gönül bu, hiç tahmin etmediğine de imkansıza da, ota da, *oka da konabilir.

Uykuların kaçıyorsa, görmeden-konuşmadan-dokunmadan-paylaşmadan duramıyorsan, gereksiz bir melankoli içindeysen ve en ufak bir hareketi tüm hayatını değiştiriyorsa...
Sen aşıksın arkadaaaaaş :)


Aşk
, bir başka varlığa karşı duyulan derin sevgi olarak çıkıyor karşımıza.
Psikanalistler ise sevgiyi, insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak, kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı bir enerji olarak ve bu söz konusu yaratıcılıkla sevmeyi de bir sanat olarak tanımlamış Vikipedia'da :) Bir sanat olması bakımından ele alınırsa uygulamada bile bir olgunluk gerektirir muhakkak...

Yüzyıllardır içinde aşk barındıran herkes ama herkes bu konuyla ilgili birşeyler söyler, araştırır, ticarete dönüştürür, şarkılar yazar, sanatın her dalına uygular, işini aşkı sanar, kendini sadece bir kişiye adar ama illaki bir ucundan aşkı tadar !
Bu sabah bir uyandım ki hava kötü, akşam yarım şişe kırmızı şarap bitmiş, duygusal müzikler eşliğinde kalkıyorum yataktan, dedim kendimi neşelendirmek için rahat ve renkli giyinmeliyim... Evden çıkarken bir baktım ki herşeyimle kırmızı hemde kıpkırmızıyım. Kalp küpelerim ve rugan ayakkabılarımla yine heryeri kırmızı olan işyerimdeyim :)
Nedensiz değil elbette ama aşık falan da değilim dur bir araştırıyım şu halimi diye oturdum bilgisayar başına işimin gücümün  arasında :)
Bir adam çıktı karşıma Amerikalı Erich Fromm ünlü bir psikanalist ve sosyologmuş. Sevgiyi de biyolojik kaynağı ne olursa olsun beş türde sınıflandırmış
Kardeşçe sevgi
Bu, sevginin en temel türüdür. Diğer bütün türlerin içinde yer alır. Sorumluluk, saygı ve başka insanları düşünme gibi davranışlar bu türdedir.
Anaç sevgi
Annenin çocuğuna duyduğu koşulsuz sevgidir. Anaç sevginin en belirgin özelliği, koruyuculuk davranışıdır. Kardeşçe sevgideki gibi sorumluluk ve başka insanları önemseme davranışı burada da görülür. Ancak aradaki fark, sevginin, annenin çocuğuna zaten bağlı olduğu için bir karşılık ya da koşul sorgulamadan gerçekleşmesidir. Bu bağ determinist değil, annenin kendiyle bütün bir şeyi sevmekte olduğu için dönüşlüdür ve böylece öz sevgi içerir. Anne karşılık sorgulamaz, çünkü çocuğu sevmekle zaten kendini sevmektedir. Elbette sevginin bu türü anne-çocuk arasında sınırlı kalmaz. Bu biyolojik bağın olmadığı yerde de insan ilişkilerinde anaç sevgi görülebilir.
Cinsel sevgi
Karşılıklı koruyuculuk, onaylama davranışlarını içerir. Diğer türlerden en belirgin farkı, cinsel sevgide eşitlik anlayışının olmamasıdır. Söz gelimi baba sevgisi bütün çocuklara eşittir. Kardeşini seven de bütün kardeşlerini sever. Ancak cinsel sevgide tek bir kişi seçilir ve cinsellik davranışı o kişiyle sınırlandırılır. Özellikle erkek canlı türleri çok eşlilik davranışı gösterse de, bu hormonlardan kaynaklanmaktadır. Erkek bireyler etkin biçimde fazla sperm salgıladıkları için, bu spermleri olabildiğince fazla sayıda dişi bireye aktarmayı isterler. Dişi bireylerde ise çok eşlilik yaygın görülmez, çünkü onlar yumurtalarına çok önem verir ve bu yüzden eş konusunda seçicidirler.
Tek eşlilik, iyi eş seçimiyle verimli bireylerin doğması bakımından, biyolojik olarak önemli ve gereklidir. Çok eşlilik davranışı biyolojik olarak verimsizdir. Sevgi kuramı, erkek bireylere bir oto kontrol önerir. Çünkü sevmenin bir sanat olması bakımından sevgi, olgunluk ve çaba gerektirir.
Ö
z sevgi
Öz sevgi, diğer bütün sevgi türlerin ön koşuludur. Kendini sevmeyen başkasını sevemez. Öz sevginin egoizme, bencilliğe eşdeğer görülmesi bir halk inancıdır; çünkü herhangi bir sevgi türünde öz sevgi olmaması biyolojik olarak imkansızdır. Sevginin başlı başına amacı, çıkarlardır. Mantıksal açıdan da, başka insanları sevmek etik olansa, kişinin de kendi bir insan olduğu için kendini sevmesi etiktir ve bu yalnızca bir dönüşlülük olarak gereklidir. Bencillik ise diğer kişileri görmezden gelerek, onların varlıklarını önemsemeyerek, her şeyi kendi için isteyip gerekirse bunun uğruna diğer kişilere zarar vermektir. Kendini sevmeden başkasını sevme deneyimi, gelişmemiş ve olgunlaşmamış bir kişiliğin yansımasıdır ve dolayısıyla sevgi değil, aciz bir bağlılık duygusudur.
Tanrı sevgisi
Sevme ihtiyacının temeli, felsefi düzeyde varlıktan izolasyondan, psikolojik düzeyde dış dünyadan ayrı kalmaktan uzaklaşma deneyiminden kurtulma isteğidir. Tanrı burada, en üst basamakta durarak bütün izolasyonu ve ayrılığı birleştiren bir simgedir.
Bu tanrı simgesi tarih boyunca erkek ya da dişi merkezli cinsiyetle nitelendirilmiştir. Örneğin Hristiyan tanrısı, inananlar tarafından "father" olarak ifade edilir ve erkektir. Erkek merkezli tanrı inanışı daha çok düzenleyiciliğe, yasa koymaya odaklıdır. Erkek tanrı, seküler ötesi, metafizik ya da irrasyonel anlamda her şeyi birleştiren bir simgedir.
Dişi merkezli tanrı inanışı ise, tanrıça adıyla, daha çok doğa düzeyinde ortaya çıkar. Bu tanrıçalar, daha çok doğaya ve seküler anlamda dünyaya odaklıdır. Türk mitolojisinde Toprak Ana ya da diğer mitolojilerde Mother Earth olarak ortaya çıkan tanrıça ise, doğanın spiritüel bir yorumuna dayanan dişidir, tanrıçadır. Burada tapınmaktaki amaç, doğayla ve seküler düzeyde insanlarla bütünleşmedir.
İslam dininde tanrı sevgisi, bir ibadet ve şart olarak ortaya çıktığı için, İslam tanrısının düzenleyici ve yasa koyucu nitelikte olduğu söylenebilir. Bunun dışında tanrı sevgisi, tasavvufta bütün insanların bir olması düşüncesine dayanan tasavvufta da ortaya çıkar. Tanrı simgesi yine birleştirme amacı taşır.



Bilimde Aşkın ve sevginin hormonlarla da ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Örneğin, annenin çocuğuna duyduğu karşılıksız, sonsuz sevginin kaynağı doğum sonrası salgılanan hormonlardır. Bu hormonlar yalnız kadınlarda (ve memeli hayvanların dişilerinde) bulunur ve yalnız doğum sonrası salgılanmaya başlar. Ancak aşk olarak tanımlanan ve karşı cinse veya hemcinse duyulan tutkulu sevgide farklı hormonlar görev yapar. "Aşk hormonu" olarak tanımlanabilen tek bir hormon henüz bulunamasa da yapılan çalışmalarda bir deneğe aşık olduğu kişi gösterilince kanında mutluluk hormonu, cinsel istek hormonu, stres hormonu ve adrenalinin arttığı tespit edilmiştir. Aşk olgusunda birden çok hormonun rol oynadığı ve bu hormonların görsel, işitsel veya psikolojik etkilerle salgılandığı öne sürülmüştür.
Bazı deneysel çalışmalarda aşkın beyindeki merkezi gösterilmeye çalışılmıştır. Bulunan bazı verilerin olmasına karşılık hala tam olarak bir fikir bütünlüğüne varılamamıştır.
Biyolojide
Biyolojiye göre aşk tüm hayvan ve insanlarda olması gereken ve yaşamın devam etmesi için önemli olan duygudur. Aslında hayvanların çoğu aşk yaşamazlar. Aşk genel olarak memelilerde görülür. Şehvet ve cazibe aşkı oluşturan önemli öğelerdir. Şehvet cinsel istek duygusudur. Romantik ve erotik ortamlarda bu duygu açığa çıkar ve vücutta birçok değişime neden olur. Şehvet cinsel arzuyu oluşturan ve çiftleşmeyi sağlayan aynı zamanda insanlarda bir takım kimyasalların salgılanmasına neden olur. Testosteron ve östrojen şehvet sonucu salgılanması artan hormonlardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda nörobilim aşık insanların beyinlerinde gerçekleşen olayları incelemeye başladı. Aşık olan birinin beyninde feromon ve tiroksin salgısının arttığı gözlenmiş norepinefrin ve serotonin salgısının da aşık olan kişide tuhaf davranışlara sebep olduğu açıklanmıştır. Bu salgıların beyni uyaran dopamin'i arttırdığı ve dopamin beyin uyarıcısı'nın ise genelde uyuşturucu kullananlarla aynı oranda arttığı gözlenmiştir. Dopamin'in fazla uyarılması her ne kadar keyif verse de yan etkileri kaçınılmazdır. Bunlar: kalp hızının artışı, kan basıncında yükseliş, iştah kaybı, uykusuzluk, heyecanı tetiklediği gözlemlenmiştir. Kalp hızının aşırı artışı kalp krizine neden olabilir. Fakat bu kalp hızının aşırı artışı gençlerde değilde genellikle yaşlılarda ölüme neden olmaktadır. Aşk'ın yok olması var olmasından daha tehlikelidir. Bir aşkın bitişi intiharlara neden olabilir. Bunun nedeni aşkın bitmesi ile oluşan üzüntü sonucu norepinefrin salgısı artar. Norepinefrin vücuttaki sinirleri besler. Aynı zamanda kalp hızı üzerinde önemli bir etkisi vardır. Eğer bu salgı fazla artarsa aşırı sinirlenme, öfke, sebepsiz yere ağlama krizleri, kalp çarpıntısı görülebilir. Enzo Emanuele aşk acılarının aşırı norepinefrin salgısı sonucu sinir büyüme faktörü'ünü (NGF) arttırdığını bunun ise beyindeki sinirlere zarar verebileceğini söyledi. Bu yüzden çoğu roman ve dizilerde aşk için ölen insanlar vurgulanıyor. Aşk için ölen veya intihar eden insanların sayısı az değildir.
Psikolojide
Psikoloji aşkı bilişsel ve sosyal fenomen olarak gösteriyor. Psikolog Robert Sternberg bir formülle aşkı açıkladığını savundu. Psikoloğun aşk üçgen teorisi şöyledir; aşk üç bağdan oluşur bunlar: yakınlık, bağlılık ve tutkudur. Eğer bu üçünden biri yok olursa aşk biter. Aşk ilk önce samimiyetle başlar. Aslında en başlangıç aşaması hoşlanma ve beğenmedir. Sonra samimiyet ön plana çıkar. Daha sonra aşık olunan kişi ile gülüşmeler ve selamlaşmalar başlar. Sonra yakınlık ve sohbet başlar. İşte aşkın üç bağından biri oluşmuş oldu. Yakınlık kuruldu. Daha sonra arkadaşlık duygusu kazanılır. Güven veren bir arkadaş olmak amaçlanmalıdır. Eğer ona yeterince güven verdiğinizi anlamanızı istiyorsanız size sırrınızı açıklamasını bekleyin. Eğer sır veya özel bir paylaşımınız olduysa ikinci bağda kurulmuş demektir. Son aşama artık arkadaşlıkla olacak bir şey değil itiraf etmeniz gerekir. Onu sevdiğinizi ve hoşlandığınızı direk söylemenize gerek yok. Bunu belirtebilirsiniz. Mesajla, çiçekle, sürprizler ile bunu açıklayabilirsiniz. Eğer gerçekten birbirinizi seviyorsanız son aşamaya geçebilirsiniz. Ve aşkın en son aşaması tutkuya geldik. Aşkın son ve yaygın şeklidir. Diğer adı ile cinselliktir. Günümüzde aşklar bu aşamalara uğramadan en son tutkuya ulaşmaktadır. Amerikalı psikolog Zick Rubin'e göre aşk kendi arasında üçe ayrılır: Romantik aşk, sahiplenici aşk, kullanılan aşk. Romantik aşk her iki tarafında tutku ile birbirine bağlı olduğu ve mutlu edici aşktır. Sahiplenici aşk bir tarafın diğer kişiye aşırı derece sahip çıkması ve onun her konuştuğu kişiyi kıskanması sonucu ortaya çıkar. Bazıları ölümle bitebilir. Kullanılan aşk ise genelde zengin kadın ve erkeklerin aşkını paraya çevirmektir. Kendisini seven adam veya kadının parası ile yaşamak olarak da tanımlanabilir. Psikolog Erich Fromm aşkın sadece duygudan ibaret olmadığını aynı zamanda aşkın davranış ve eylemlerle de belli olabileceğini vurgulamıştır. Aynı zamanda Fromm, aşkın bilinçli bir bağlılık olduğunu söylemiş ve sadece şehvetten oluşmayacağını dile getirmiştir.
Sosyolojide
Aşk, sosyolojide toplum yapısını oluşturan en önemli etkenlerden birisidir. Fakat bazı aşklar ölümle ve cinayetle sonuçlanabilir. Günümüzde de işlenen namus cinayeti veya aşk için yapılan cinayetler az değildir. Genellikle aşk cinayetlerinin kurbanı kadınlar olur. Cinayetlerin çoğu aldatılma veya terk edilme sonucu işlenir. Bazen bir aşka mani olanları ortadan kaldırmak için de cinayetler işlenebilir. Aşk sosyolojik açıdan küçümsenecek bir şey değildir. Aşk sadece karşı cinslerle olmaz. Nesnelere, siyasi partilere, kendi cinsiyetlerine veya birliklere de aşık olabilirler. Mesela futbol aşkı birçok olaylara neden olmuştur. Bir takım için insanlar birbirlerini öldürmekte veya kavga edebilmektedir. Bu da bir aşktır. Örneğin siyasi partilere de aşık olunabilir. Parti mitinglerinde çıkan kavgalar ya da bir parti başkanına laf atan birinin linç edilmeye kalkılması bunlarda aşkın, şiddet ile ortaya çıkışıdır. Aşkın şiddetle ortaya çıkışının en belirgini Hitler'dir. Hitler halkını vatanına aşık etmiş ve vatan aşkı ile insanları öldürmesini istemiştir. Böylece milyonlarca insan ölmüştür. Bazen aşk sapıklıklara da neden olmaktadır. Çoğu seri katil ölülerle seks yapma eğilimi veya ölülere aşık olma sapkınlığı taşır. Bu yüzden öldürdükleri kurbanlara tecavüz ederler. Aşkın en büyük ve en yaygın gerçekleşen problemi ise tecavüzdür. Karşılıksız aşklar ya tecavüzle ya da ölümle sonuçlanır. Ama her karşılıksız aşk böyle bitecek diye bir şey yok, bazen platonik aşk olarak adlandırılan geçici karşılıksız aşklarda vardır. Sosyoloji, aşkın bireylere değil topluma etkisini inceler. Ve toplumda aşk bazı problemlere neden olmaktadır.
Kültürde
Sevginin Yunan mitolojisinde önemli bir yeri vardır. Birçok tanrı sevgi duygusuyla ilgilenir.
Agape (ἀγάπη): Etimolojik anlamı "kardeşçe sevgi" olan bu tanrının görevi, ideal aşkı sağlamak fiziksel çekiciliği arttırmaktır. Eros (ἔρως): Cinsel sevgi anlamındaki bu sözcük, okçu tanrı Eros'a dayanır. Philia (φιλία): Bozulan aşkları düzeltir. Storge (στοργή): Anaç sevgiyle ilgilenir. Xenia (ξενία): İnsanlar arasındaki kini ve düşmanlığı aşka dönüştürür. Afrodit (Αφροδίτες): Aşk ve güzellik tanrıçasıdır.

Ama konu bende farklı herhalde devamı gelmeyen yada imkansız görünen şeyleri aşk zannediyorum ben..
Neyse ki yazmakla, söylemekle, araştırmakla içmekle, sevmekle, yaşamakla bitmez...


Aşkla kalın siz en iyisi emi :)

http://tr.wikipedia.org/wiki/A%C5%9Fk

17 Eylül 2013 Salı

Günaydın Küçük Hanım !

Dün gece çok iyi uyuyamadınız herhalde ? Ama bugün uykunuzu almış, birazda olsa dinlenmiş ve umutsuz düşüncelerinizden arınmış gözüküyorsunuz... Yoksa yine kendi kendinizi dolduruşa getirip insanlara söylemek istediklerinizi içinizde mi patlattınız ? Gördüğünüz bildiğiniz ve dayanamadığınız hatalı insanlara tahamülünüz mü azaldı? yada herşeyinizi anlatıyorsunuz diye size yanlış yapma lüksleri yok sandığınız insanlar ilk önce sizin mi kuyunuzu kazmaya çalıştı ?

Bugünkü ruh halim uzun uzun düşünüp kısa kısa anılarla anlatıp kendi kişisel analizimi yapabileceğim cinsten aslında ! Yukarda saydıklarım da genel iş sıkıntıları değil aileden gelen 'genetik aptallıklarım' başlığı altında toplanabilir.

Fazla güvenmek yada hiç güvenmemek sorunlarımın kaynağıyla çevremdeki herkesi başkalaştırma sendromumum mu desek yada ? Saygıda sevgide kusur etmeyeceğini düşündüğün insanların birden canavara dönüşmelerini izlemek desek daha doğru mu olur ? Kendimden çıkarttığım tek günah, düzeltemediğim en büyük problem mi yazdırıyor tüm bunları ?
Sen yeni tanıdığın herkese tüm içini aç, tepene çıkart, haddi olmadan kendin hakkında söz sahibi yap, sonra neden beni kırıyorlar/kıskanıyorlar diye hayıflan !!!

Bir öğlen yemeğinde masama oturan en büyük HR Direktörüme aynen şu soruyu sordum ''Ben neden politik olamıyorum ? yada olmak zorunda kalmadan çalışamaz mıyım ?
Yüzüme şaşkın ve sakin bir gülümsemeyle, ''heryerde dikkatli olmalısın, iş hayatı idareden başka birşey değildir'' diye uyarmasının hemen ardından çorbamızı tüm soğukluyla içmeye devam ettik :)

O an anladım ki tümüyle kendim olarak çalışmama imkan yok ve her daim uyanık olmalıyım, rahatlığım ve kendime güvenim sayesinde en üst düzey ve multi başarılı insanlardan birşeyler öğrenebilirim fakat kendi dengim insanlardan mümkün olduğunca kendimi korumam, kollamam ve mesafeli durmam gerekliydi... Bu farkındalığım masadan kalkar kalkmaz son bulsa da bundan sonra ne kadar az sohbet okadar çok mesafe, optimal iş günü şeklinde geçecek profesyonel bir dünyaya girmiş bulunuyordum...

Genel olarak ketum, kinci ve intikam almaya müsait bir yapım olmamasına rağmen susup bekleyeceğim diye ufak bir söz verdim kendime, geçtiğimiz 6 ay içerisinde. Bildiklerimi ve acı tecrübelerle bana öğrettikleri parçaları birleştirip yoluma devam edeceğim. Hırslı olmaktan herzaman geri durmuş bir insan olarak bir müddet daha gülüp geçeceğim. Sonrasını bilemiyorum tabi... Sosyal yaşantımdaki değişimlerle paramı alır çeker giderim , yüzlerine güler arkalarından devam ederim ve başarı için her yolu mübah sayarım ' diyemeyeceğime göre kendi fırtınamı çıkarıp yeni ufuklara yelken açacağım...

.Kimbilir belkide dürüstlüğüm yüzünden, saçmalayan insanlara bunun yanlış bir yol olduğunu tek tek izah etmeye devam ederim. Belki de hasetlik fesatlık ve para hırsıyla gözü dönen insanların düşmesini bekler bir tekmede ben atarım ?
Kendi içimden sürekli tekrarladığım bu sıkıntımı daha ne kadar dile getiririm bilinmez. Ruhunu satanlara uygun biri olmamak için direneceğim de bir gerçek ! Özgür bir platformda çalıştığım için çok şanslıyım ve bu yüzden genel olarak şirketimi sever/sayarım. Beni herzaman geliştiren yöneticilerimle de hep aynı şeyleri konuşurum. sıkıntılarımı bir teapist edasıyla alır götürürler, ertesi güne daha rahat devam ediyorsam tamamen onların sayesindedir. Ancak ömür boyu sürecek bazı olguların içindeyseniz çokta sorgulamamanızı isterler.

 Büyük resme baktığımızda da hayat zaten hep aynı kısır döngüden ibaret değil midir ? Ben bunları düşünedurayım seneler sonra kesin ve kesin farklı biryerden görüşmek üzere diyerek yazımı sonlandırayım...

Hoşçakalın :)

16 Eylül 2013 Pazartesi

Kulağa küpe !

Yeni haftaya ve hayatta yeni başlangıçlar yaparken  bilmemiz ve  uygulamamız gereken bazı şeyler var. Ama en önemlisi...

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve onu ‘Renklerin Ustası’ anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabi. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.
Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün.
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla seni bilmeyenle tartışma !