25 Aralık 2014 Perşembe

Gezgin

 Yeni bir yıla adım atarken, belkide yıllık iznini kış aylarında kullanmak için bekleyenlere bir tatil anlayışı çıkardım ortaya.

Terasımızdaki çay molasında buraları çiçeklendirelim bağ bahçe işlerine de el atayım derken yaptığımız tatil hayalleri esnasında çıktı konunun özü aslında. Hayır emekliliğime de az kalmadı, takriben bi 65 yaşına kadar çalışmam gerekliliğini düşünürsek nerden geldi bu hayaller aklımızın ucunabilinmez.

Ancak çok gezmek çok görmenin ötesinde Dünyayı ezmenin kısacası gezgin olmanın bazı kriterleri varmış. Ben okudum ve çok beğendim, birçoğunuda hali hazırda uygulamışım farkında olmadan.
Ben şimdi işlerime geri dönerken sizler de maddeleri okuyup uygulamak için aksiyon almaya başlayın derim...
 
hoşçakalın hoş bakın ;)
 
1) En Az 3 Kıtada 10 Farklı Ülke Gördüyseniz
Kusura bakmayın, öyle 3-5 tane Batı Avrupa ülkesi görmekle tecrübeli gezgin unvanını alamazsınız! Farklı kıtalardaki gelişmemiş yerlere gidip hatta mümkünse hiç İngilizce konuşulmayan, Latin alfabesi kullanmayan birkaç ülkede cebelleşmeniz gerek.
 
2) Türkiye’nin 7 Bölgesini de Gezdiyseniz
Ankara’nın doğusuna geçmeyene bizde tecrübeli gezgin demezler! Başka kültürleri anlayabilmek için önce kendi kültürünü tanıyacak insan; Van Gölü etrafında bir tur atacak, Karadeniz’in yaylalarına bir çıkacak, Hatay’ın künefesini bir yiyecek.
 
3) Avrupa’nın Ünlü Başkentlerini Çoktan Aştıysanız
Londra, Paris, Roma, Barcelona, Amsterdam vs. hala bunları kovalıyorsanız dost acı söyler, henüz hazır değilsiniz. Eyfel’in önünde fotoğraflarınızı çektirdiyseniz yavaş yavaş Fransa’nın küçük kasabalarına doğru kayar ilginiz, hatta Fransız sömürgelerine.
 
4) Turistik Şeyler Sizi Aşırı Rahatsız Etmeye Başladıysa
Prag’a gidip bir tane bile Çek’in gitmediği Ortaçağ Gecesi gibi yapay turist eğlencelerini çok mu eğlenceli buluyorsunuz? Olmadı! Tecrübeli gezgin dediğin turistik şeylerin kokusunu 100m öteden alacak ve oradan roket hızıyla uzaklaşacak.
 
5) Bir Yere Gitmeden Önce En Az 20 Saat Dersinize Çalışıyorsanız
‘Oraya bir gidelim de, tur rehberi bizi zaten gezdirir’ kafasında mısınız? O zaman daha yiyecek 40 fırın ekmeğiniz var. Bir yere gitmeden önce orada ne yenir ne içilir, nereler görülmeli, kültürel farklılıkları nelerdir, bunlara ince ince çalışmalı insan.
 
6) En Uzun Seyahate Bile Kabin Boy Çantayla Gitmeyi Öğrendiyseniz
Üç günlük bir seyahat için koca valizi dolduranlardansanız, henüz yeterince eziyet çekmemişsiniz demektir. Havaalanlarında bagaj beklemek, o koca çantayı hamal gibi her yere taşımak ne zaman canınıza tak ederse o zaman bir üst basamağa hazırsınız.
 
7) Gezilerinizi Kendi Başınıza Organize Edebiliyorsanız
Dünyanın en gelişmiş ülkelerine giderken bile hala birilerinden yardım alma ihtiyacı mı duyuyorsunuz? O zaman hala daha birkaç yıla ihtiyacınız var. Tecrübeli gezginler, otelini uçağını, orada yapacakları şeyleri kendi başına çok rahat organize eder.
 
8) Yıllık Seyahat Planları Hazırlamaya Başladıysanız
Facebook’ta arkadaşınızın fotoğrafını kıskanıp ‘Bak hayatım falancalar yılbaşında Paris’e gitmiş, şurada €299’ya bir tur gördüm, biz de gidelim hadi’ diyenlerden misiniz? Vah vah. Ne zaman yıl sonunda, bir sonraki yılın seyahat planlarını halka arz etmeye başladınız, işte o zaman piştiniz demektir.
 
9) Bir Sonraki Gezinizin Önceliklerden Çok Farklı Olması Peşindeyseniz
‘Geçen sene Roma-Floransa-Venedik yaptık, bu sene de Prag-Budapeşte-Viyana yapacağız azizim’ kafalarında mısınız? O zaman birkaç yıl sonra tekrar görüşelim. Tecrübeli gezgin için her seyahat, yepyeni, öncekilerden çok farklı şeyler görebilmek demektir.
 
10) Görmek Değil Deneyimlemek İçin Gezmeye Başladıysanız
OiTheBlog’un çok güzel ifade ettiği üzere “Turistlik işini Paris’e gidip Eiffel’in önünde alışveriş torbasıyla poz vermekten ya da Pisa Kulesi’ni itiyormuş gibi yapılan fotoğraf çektirmekten” ibaret zannediyorsanız sınavı geçemediniz. Ne zaman Paris’in arka sokaklarında sadece Parizyenlerin gittiği bir lokantanın şefinden bir yemek tarifi öğrenme arzusu doğdu içinizde, işte o zaman gerçekten tecrübeli bir gezgin oldunuz demektir.

Haydi söyleyin bakalım, kaç puan aldınız bu sınavdan? Yukarıdaki maddelerden 0-5 arasında aldıysanız üzülmeyin, şöyle üç beş yıl daha gezin, sonra görüşürüz. Yok ‘Ben bunların hepsini yıllardır yapıyorum zaten!’ diyorsanız aferin size, gerçek bir tecrübeli gezginsiniz.


22 Aralık 2014 Pazartesi

Tik Tak

Güya haftasonu çoğunlukla evdeydim güya dinlendim !

Özel antrenmanlar, alışveriş, ev temizliği, ütüsü, aile eşrafına çay-kahve keyfi derken ne kaslarım-eklemlerim düzeldi nede beynim dinlendi..! Kuzu kuzu yaptım bütün işleri gerçi, o bakımdan iyi oldu.
Cumartesi çok geç kalktım, pazar erkenden hortladım mesela. Vücut ritmimi de anlayamıyorum artık haftaiçi ile haftasonlarını karıştırdı bence :)

Neyse ki saati saatine insan metabolizması n'aparmış, iç dış organlarımız bize neler demek istermiş buluverdim de okuyup kendi kendime neler yaptığımı gördüm. Unutmayın ki en büyük iyiliği ve kötülüğü insanoğlu kendi kendisine yaparmış.

Herzamanki gibi mutlu, huzurlu, en önemlisi de sağlıklı bir hafta dileyerek tik tak diyor, ayrıntıları farklı günlere bırakıyorum...


06.00 Kortizon salgılamasıyla organizma uyanıyor. Bu uyanma vücut için kendini yavaşca kalkmaya hazırlama işareti. Metabolizma hareketleniyor, günün işleri için enerji ve protein hizmete hazır oluyor.
07.00 Vücut hâlâ zayıf. Spor yapmaktan kaçının. Kalbe ve dolaşıma gereksiz yüklenirsiniz. Spor yerine kahvaltı edin, sindirim bu saatte mükemmel çalışıyor.
08.00 Libidonun en yüksek olduğu saat. Fazla miktarda hormon salgılanıyor. Sigara tiryakileri için de durum aynı. Kahvaltı sigarası damarları her zamankinden daha fazla çok daraltıyor
09.00 Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saat. Herhangi bir hastalık için iğne olacaksanız bu en doğru zaman. İğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri ender olarak görülüyor, vücut röntgen ışınlarına karşı daha dirençli oluyor
10.00 Organizmanın kendine gelme, ‘ben burdayım’ deme saati. Fazla enerjik, vücut en yüksek ısı seviyesinde. Verimliliğimiz de öyle. ‘Kısa süre belleği’ iyi durumda. Bir önemli ayrıntı: 10.00 ile 12.00 arası enfarktüs olaylarına sık rastlanıyor
11.00 Vücudun tam formunda olduğu, verimli olmaya programlı bir saat. Kalp ve dolaşım o kadar zinde ki yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir. Hazır cevaplık tavan yapar, özellikle hesap işleri, matematik ödevleri zorlanmadan çözülür
12.00 Dinlenme saati. Dikkat azalıyor ve insanı uyku basıyor. Midedeki asit miktarı fazlalaşıp, beyindeki kan akımı azalıyor. Zira kan sindirim organlarını desteklemesi için mide tarafından kullanılıyor
13.00 Vücut formdan düşüyor. Verimlilik gün ortalamasının %20 aşağısına iniyor. Bütün organlar en alt düzeyde çalışıyor, sadece safra öğle yemeğini hazmetme faaliyeti gösteriyor
14.00 Bitkin oluruz. Çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşüyor. Diş doktorundan korkanlar için en uygun randevu saati. Çünkü bu saatte acı az hissediliyor. Lokal anestezi uzun süre devam ediyor. (30 dk.
15.00 Enerji geri geliyor, bellek tam formunda. İkinci verimlilik dönemi başlıyor ama sabahkinden az
16.00 Spor için en iyi saat. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumda
17.00 Organların faaliyeti üst düzeye çıkıyor. Kuvvet artıyor, oksijen harcanıyor, böbrekler ve mesane çok çalışıyor. Tırnaklar ve saçın en çabuk uzadığı zaman. Midedeki asit miktarı fazlalaşıyor. 17.00’ye doğru mide kanaması geçirme riski artıyor.
18.00 Akşam yemeği için ideal saat. Pankreas bu saatte özellikle aktif.
19.00 Kan basıncı ve nabız tembelleşiyor. Bu nedenle kan basıncı düşüren ilaçlara dikkat, tehlikeli olabiliyorlar. Antidepresanların tesiri de bu saatte daha fazla.
20.00 Karaciğerdeki yağ düzeyi düşüyor ve kirli kan kalbe her zamankinden daha fazla akıyor. Alerjisi olanlar ve astımlılar ilaçlarını bu saatte almalı. Etkisi hemen görülüyor. Antibiyotikler de az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde oluyor.
21.00 Sindirim organlarının günlük görevi sona eriyor. Gelen her şey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalıyor ve bu çok tehlikeli. Kalan yemekler bağırsak sahasındaki mukozaya hücum ediyor.
22.00 Vücudun polisi akyuvarlar aktif hale geliyor. Sigara içenler dikkat! Bu saatten sonra vücut nikotin gibi zehirleri çok zor atıyor.
23.00 Organizma gün boyunca aktif faaliyet gösteren stres hormonunun salgılamasını durduruyor. Sakinleşip, rahatlıyoruz. Salgılanmaya başlanan melatoninle birlikte karaciğer vücudu yenilemeye başlıyor. Vücut en iyi bu saatte dinlenmeye başlıyor.
24.00 Uyurken deri hücreleri durmadan çalışıyor, gündüz olduğundan daha sık bölünüyor. İlk rüya safhası, yarım saat içinde rüya görmeye başlıyoruz…
01.00 Verim en alt düzeyde. Bu saatte çalışanlar hata yapabiliyor, dikkat azalıyor, çünkü vücut kendini uyumaya programlıyor.
02.00 Araba kullananlar dikkat: Görme zayıflıyor, tepkiler yavaşlıyor, kazalar bu saatte çok oluyor.
03.00 Bedenin de ruhun da en karanlık safhası. Melatonin hormonunun salgılanması tembel ve kararsız yapıyor. İntihar edenlerin sayısı fazlalaşıyor.
04.00 Stres hormonundan enerji kazanıyoruz. Enfarktüs krizleri saat 04.00 ile 06.00 arasında çok oluyor; çünkü kan basıncı oldukça yükselip, damarlar geriliyor. Doğum yapma olasılığının en yüksek saati.
05.00 Stres hormonu bizi faaliyete geçiriyor ve gündüz değerinin tam 6 katına çıkıyor. Vücudumuz harekete geçiyor kaybolan enerji yeniden geri geliyor. Gelsin, yeni bir gün başlıyor.
http://www.dahaiyiyasam.com/saat-saat-vucutta-olanlar


19 Aralık 2014 Cuma

Boks eldivenli Prenses

Bugünkü konunun başlığına bakacak olursanız, sanki kitap yazmaktan henüz vazgeçmiş bir yazar olduğumu düşünebilirsiniz. Ancak ne prenseslik kaldı ne de yazarlık mertebesine ulaşmak için ekstra sarfedilecek bir güç :) Ağaç yaşken eğilir derler, benden olsa olsa artık ana kraliçe olur yada özgür blogger tadında bir söyleşi yazarı...
Bu aralar ortalıklarda görünmeme ve çok sık yazama nedenlerimin başını yoğunluk (taşınma, organizasyonlar ve yenilikler) çekse de anlatma isteğim daha fazla ağır basıyor ve konuları biriktirip bir sonraki haftaya saklamayı tercih ediyorum. Şu anda beni en çok heyecanlandıran yeni uğraşım, özel antrenör eşliğinde başladığım kickboks derslerimden bahsedeceğim. Tabiki birçok değişiklik ile birlikte yaşadığım heyecanlarımdan sadece birinden bahsedeceğim ancak bu konu bambaşka bir önem taşıyor benim için.
Hemen hemen her spor branşını denemiş,  teorik olarak üniversite yıllarında eğitimini almış ve su içerisinde sesi çıkmayan bir insan olarak gücümü sonuna kadar kullandığım alanların dışında yepyeni bir uğraş içerisindeyim şu günlerde. Daha ilk saatimde ürkek ve şaşkın olarak girdiğim ringten sanki bir şampiyon edasıyla çıkıyor olmak ise apayrı bir his ve gelişim göstergesi.
Şimdiye kadar personal trainer (kişisel/özel antrenör) olarak yer aldığım spor alanında başka bir antrenör tarafından çalıştırılıyor olmak inanılmaz gaza getirmiş olmalı ki kollarımın, el bileklerimin ve dizlerimin yerinde yeller esiyor son bir haftadır :) Gün içinde kuzu gibiyim çünkü antrenmanlarda bağıra çağıra bütün enerjimi atıyorum güler yüzüm tatlı dilim ve sakin ifadem ise uyanıp yeni bir güne başladıktan sonrasında yanıma kar kalıyor.

Hislerimi ifade ederken çok günlük ifadeler kullanıp, spora henüz başlayan insanlarla olan ortak özelliklerimden bahsetsem de bakın Kick Boks tarihçesi ve anlamı literatürlerde nasıl geçiyormuş..
Gözlemlerimi ve başımdan geçen diğer komik anıları ise daha sonraya bırakıyor ve şimdiden darısı başınıza diyorum. Hadi sizlerde bu haftasonu çok sevdiğiniz yada size göre zor olabilecek bir spor branşına veya hobinize eğilin. Pozitif değişimi ise pazartesi günü herkese gösterin ;)
 
Kick Boks tarihsel olarak Karate, Thai Boks (Tayland Boksu) ve batı boksu sporlarından geliştirilmiş, genellikle kendini savunma amacıyla, tekme ve yumruğa dayalı ayakta yapılan bir dövüş sporudur.
Kick boks, tekme ve yumruk kullanmayı içeren bir spor dalı olduğu için muhakkak eldiven, kask ve dişlik gibi malzemelerin kullanımı zorunludur. Bu sporda uzmanlaşmak isteyenler için iyi bir kondisyona sahip olmak ve eğitmenlerin her söylediklerini dikkate almak ve söylediklerini harfiyen yerine getirmek önemlidir. İlk birkaç ay kondisyon çalışmakla geçer. Daha sonra teknik ve taktik antrenmanlara geçilir. Tekme, yumruk, diz ve dirsek darbeleri zaman içerisinde sporcuya öğretilir. Gardını hangi durumlarda nasıl alması gerektiği anlatılır. Kick-Boks’un sadece saldırı sporu olmadığı; saldırı ve savunmanın aynı dozajda ve aynı konsantrasyonla yapılması gerektiği uygulamalı olarak gösterilir.

  Kick Boksun temelleri Asya’da 2000 yıl öncelerine kadar uzanmaktadır. Japon Kick Boksu 1960’lı, Amerikan Kick Boksu 1970’li yıllarda ortaya çıkmıştırÜlkemizde Kick Boks 1980 yılından itibaren bazı salonlarda gayri resmi olarak ders verilmeye başlandı. Kick Boks Sporunun Federasyonlaşması kolay olmadı. 1994 yılında Türkiye Boks Federasyonu Başkanlığı bünyesinde H.Caner DOĞANELİ Başkanlığında Semi Contact, Light Contact ve Full Contact branşlarında faaliyetlerine başladı.1994 yılında ilk Türkiye Kick Boks Şampiyonası Ankara’da Atatürk Spor Salonunda büyük bir katılımla gerçekleşmiştir.

Kick Boks’un faydaları:
  • Tüm vücudu çalıştırır.
  • Aerobik özelliği yüksektir ve yüksek dayanıklılık gerektirir.
  • Stres attırır. Günün stresinden kurtulmak için birebir bir özelliğe sahiptir.
  • Koordinasyonu geliştirir. Özellikle el, göz, ayak koordinasyonunu ve uyumu geliştirir.
  • Endorfin hormonunun salgılanmasına yardımcı olur. Bu sayede kişi efor sarf ederken mutlu olur.
  • Efor sarf ederken, kap atım hızını yükseltir, vücuda hem daha fazla oksijen girer hem de yüksek oranda terleme meydana gelir. Bununla birlikte vücuttan toksinlerin atılması daha fazla olur.
  • Hızlı düşünme kapasitesini geliştirir. Bu sayede, ne zaman atak yapılması gerektiğini ve nasıl defans yapılacağını geliştirebilirsiniz.

16 Aralık 2014 Salı

Korkulu Fobi

Korkusuz insanları severim.Emin adımlarla yürür kendilerine güvenirler çünkü. Deli cesareti olanları ise daha ziyade severim sonunu düşünen kahraman olamaz lafının öncüleri olarak aramızda yaşarlar onlar...
Zaman zaman benimde korkularım oluyor yetişememek yada en sevdiklerimi birdaha görememk gibi. Eğer yapmak istediğiniz yada planladığınız olayları hayata geçirirken panik oluyorsanız sizde benim gibi, akışına bırakmayı öğrenmelisiniz.. Baktım hızım bazen beni korkutuyor bende herşeyden elimi eteğimi çekip bir müddet dinlenmeye geçiyorum. Sonra derin bir nefes alarak devam ediyorum kaldığım yerden hayatıma. Ancak bu durum beni ve çevremdekileri zora sokarsa bir sorun var demektir. Çok şükür başıma bir bela gelmedi henüz. Çünkü bir yaşam biçimim ve standartım var buna uymayarak yavaş kalanlar kendileri eleniyorlar malesef. İleriki boyut fobi haline gelir diye düşünerek daha sakin ve kendi yağında kavrulan bir insan oldum. Zira korkularla yaşamak birçok şey kaybettirir insana.
En büyük korkunuz kendinizdeki dürüstlüğü ve cesareti kaybetmek olsun diyerek araştırmaları sunuyorum bugün huzurlarınıza..


Korku ile fobi arasındaki farklar neler?
Korku hayatta kalmamıza yardımcı olan bir duygudur. Örneğin uçurumun kenarına yaklaşmamak bizi aşağıya düşmekten korur. Fobi ise, bir şeye karşı duyulan korkunun yoğun olarak hissedilmesi ve bireyin yaşamını olumsuz yönde etkilemesi halidir. Kısacası fobiler, kişinin korkularının kronikleşmesi veya kendisinin de aşırı ve yoğun olarak kabul ettiği mantık dışı korkudur.
Fobisi olan biri neler yaşar, hayatı nasıl etkilenir?
Fobilerin insanın hayatını olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. Fobisi olan kişi hayatını bu fobiden uzak organize etmeye çalışır. Bazen bunu yapmak mümkün olmayabilir ama kişi tüm koşulları zorlar; hatta aslında gerçekdışı bir korkuya dayanan fobisi nedeniyle belki de kendisini gerçek bir tehlikeye atar. Örneğin uçak fobisi olan biri mutlaka uçağa binmesinin gerektiği ve bunun daha güvenli olacağı bir seyahate çıkmak zorunda kaldığında bile alternatif ve sağlıksız yollara yönelebilir. Ya da bir nesneye karşı fobi geliştiren kişi o nesneyle birden yüzleştiğinde yoğun korku ve kaçma isteğiyle aniden yola fırlamak gibi tehlikeli bir harekette bulunabilir. Kısacası bazı fobilerle yaşamak günlük yaşam kalitesini düşürür. Hatta kişinin başkalarıyla ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyebilir.
En sık görülen fobiler neler?
Fobileri üç grupta ele alabiliriz: sosyal fobi, agorafobi, özgül fobi. Sosyal fobi, sosyal ortamlarda başkaları tarafından incelendiğinin düşünülmesi ve performans gösterilmesi gereken durumlarda eleştirilme veya küçük düşme korkusunun yaşanmasıdır. Kişi bu korkuyu yaşamamak için bu tür sosyal ortamlara girmekten kaçınır.
Fobiler arasında sık görülen agorafobi ise eskiden yalnızca açık alan korkusu olarak bilinirdi ama şimdi çok daha geniş bir anlama sahip. Yalnız başına kalmaktan, yalnız sokağa çıkmaktan, kalabalık yerlere girmekten duyulan korkular da agorafobi olarak sayılır. Çoğu agorafobinin temelinde panik nöbetleri bulunur; hasta panik nöbetleri geçireceği korkusuyla yalnız başına sokağa çıkamaz, kalabalığa giremez.
Gaz kaçırma ve terlemenin de fobi olduğunu biliyor muydunuz?
Özgül fobiler ise belirli nesneler veya durumlar karşısında duyulan anormal korkudur ve bu açıdan agorafobi ve sosyal fobilerden ayrılır. Bu özgül durumlar ve nesneler ortada olmadığı, kişi bunlardan uzak kaldığı sürece herhangi bir rahatsızlık belirtisi görülmez ve kişinin hayatı etkilenmez. Sadece fobi nesnesi veya durumuyla yüz yüze gelince panik derecesinde korku ortaya çıkar. Kişi bu nesne veya durumların nerede bulunabileceğini daha önceden inceler ve kendisini sıkıntıdan korumaya çalışır.
Fobiler korkunun ortaya çıktığı uyarana göre üçe ayrılıyor. Nesne fobileri; böcek, kelebek, köpek, sivri uçlu eşyalar vb. Durum fobileri; kapalı yer, açık yer, asansör, yüksek yer vb. İşlev fobileri; altına kaçırma, gaz kaçırma, terleme, yüz kızarması vb.
Fobilerden kurtulmak mümkün müdür?
Özgül fobilerin tedavisi mümkün ve başarı oranı yüksektir. Fobilerin tedavisinde ilaç tedavisinin rolü çok azdır. Hatta kimi zaman ilaçların zararlı olduğunu görürüz. Örneğin, fobisini yenmek için uçağa binmeden sakinleştirici almak, yolculuğun iyi geçmesine yardımcı olabilir fakat bağımlılık yapabilir. Bu yüzden, fobilerin tedavisinde en yaygın yöntem terapidir. Psikanaliz, bilişsel ve davranışçı terapi teknikleri fobilerin üstesinden gelmekte başarılıdır. Alıştırma adı verilen yöntem en yaygın kullanılan davranışçı tekniktir. Bireysel veya grup halinde uygulanabilir. Bu teknikte kişinin korktuğu durumun ayrıntılı bir analizi yapıldıktan sonra korkulan durumla gitgide artan derecede karşılaşması sağlanır. Başlangıçta sıkıntı ve korku verici olan bu işlem, kişi korkulan ortamda yeterince kalabilirse alışmayla ve korkunun azalmasıyla sonuçlanır. Alıştırmanın mümkün olduğunca gerçek nesne veya ortamda yapılması uygundur. Ancak bu her zaman mümkün olmayabilir. Örneğin uçak fobisi gibi alıştırma yapmanın zor olduğu durumlarda hastanın bu korkuyla hayalinde karşılaşması sağlanabilir ve bu da gerçeği kadar yararlı olabilir.
Korku anne ve babadan çocuğa geçebilir, yani öğretilebilir. Mesela yılan görünce korkan çocuk korkmayan bir anne veya başka bir yetişkini model alıp korkusuzluğu öğrenebilir. Ya da diş hekimine gitme ve diş çekme oyunu oynayan çocuklar diş hekiminde daha az korku yaşarlar. Özgül fobilerin birçoğu çocukluk ve ergenlikte başlar. Bu korkuların hepsi erişkinliğe kadar sürmez, ancak çocukken fobisi olan kişinin erişkinlikte fobi geliştirme riskinin yüksek olduğu bilindiği için anne babalara önemli rol düşer. Anne-babaların çocuklarına hem korkusuz erişkin modeli olmaları hem de korkularının üzerine gitme konusunda onları cesaretlendirmeleri yararlı olacaktır. Öte yandan, olumlu ve olumsuz duygular insan içindir. Yaşanması hoş olan duygular gibi yaşanması hoş olmayan duygularımızı da kabul etmek ve onları birer renk olarak görmek bizleri ruhsal anlamda zenginleştirir. Çocuklarımızı yetiştirirken veya ilişkilerimizde “üzülme, ağlama, korkma, kızma” gibi söylemler yerine “üzüldüğünü anlıyorum” gibi cümleler karşımızdakini rahatlatır. Ve unutulmamalı ki, korkularımızı gidermek için çabalamak, korkuların üstesinden gelmek bizleri ruhsal anlamda olgunlaştırır. Bunların tamamıyla üstesinden gelmek içinse psikoterapilerin büyük rolü olduğu birçok araştırma tarafından kanıtlanmıştır.
http://hayat.sozcu.com.tr/fobi-ile-korku-arasinda-ne-fark-var-22770/

15 Aralık 2014 Pazartesi

Engel-sizler Bizler

Tam 8 yıl önce bir araya geldiler 200'ün üzerinde konser verdiler..Gönüllü Ritim Eğitmeni Yaşar Morpınar Hocaları ile Bremen...
Mızıkacıları'nın gençleri, 2007 yılında özel bir rehabilitasyon merkezinde ilk kez buluştular .."Ritim nedir, ritim aletleri nelerdir, nasıl çalınır? "gibi soruların yanıtlarını ilk kez o gün öğrenmeye başladılar..Zihinsel engelli gençlerden oluşan bu grup, o günden bugüne Türkiye'nin çeşitli illerinde, uluslararası kongrelerde, üniversitelerde 200'den fazla konser verdiler..
Ayakta alkışlandılar, motive oldular, cesaretlendiler..Daha da önemlisi bu topluma, "engellilerin yapamadıklarıyla değil, yapabildikleriyle anılmalarını" sağladılar..
Başta anneleri olmak üzere ebeveynleri, gönüllüler hep yanlarında olup bu özel gençlere destek oldular..
Yaşar Hocaları da onlarla hep gurur duydu..Duyacak ta..
Bu dizelerin sahipleri bugün şirketimizde özel bir gösteri düzenlediler. Üniversitedeki eğitimlerimizde, ev arkadaşımın uzmanlık alanı ve senelerce özel eğitmenlik yaptığı otizm merkezlerinden de az çok alışığım ben aslında bu güzel yürekli arkadaşlarımızda sohbet etmeye.. Farkındalıkları ve spesifik olarak uzmanlaştıkları alanlara şahit olmak ise herseferinde paha biçilmez duygular bırakıyor insanın üzerinde. Normal doğan çocuklar ve gelişimini tamamlayan diğer bireylerin yapamayacakları kadar başarılara sahipler. Ezberleri ve perküsyona olan hakimiyetlerine şaşıp kalmamak imkansız..
Guinness rekorlarına girmeye hazırlanıyorlar çünkü başarılı ve senkronize gösterileri günden güne çoğalıyor.
 
Ben herzamanki gibi gülerek oynayarak yanlarındaydım ve duygusal yanımı bir kenara atıp elime davulu aldığım gibi onlar gibi çalmaya uğraştım.  Eğitim şart tabii ama ben ruhumu ve beynimi o denli fokuslayarak bu işin üstesinden onlar kadar başarıyla gelemedim. Çünkü onlar herkesten daha özel ve daha hassas insanlar oldukları için muhteşem performanslarıyla farklarını ortaya koymayı başardılar. Saygı ve sevginin en büyüğünü sunduğumuz Bremen Mızıkacıları Perküsyon Grubu ile umarım yollarımız tekrardan kesişir..
 
Farkındalıklara dolu ve kendinizden başkalarına iyi davranacağınız mutlu sağlıklı haftalarımız olsun..

9 Aralık 2014 Salı

Gündem

Yazamıyoruuuum a dostlar !

Geçen hafta kendime kafa izni verdim bu hafta ise pek bir yoğunluk bir hazırlıklar bir değişiklikler iş yerimde taşınmalar... Yeni yıla yaklaşırken telaşlar, planlar, yürürlüğe konması beklenen kararlar ile geçiyor günlerim.
resimler hazır konular belli fakat bir türlü kendime yarım saat ayırıp yazamadım şu ayrıntıları bayanlar&baylar.. Evden not alıp ertesi gün yayınlamayı denesem o da nafile mesela dün akşam saat 22:00 seansına gittiğim film gece 1'de bitti eve gelip uyumam 02:00 oldu. E buda can yahu ! Hem yoğunluk hem uykusuzluk yazdırmaz hale geldi. Zaten düzenli bir hayatım olmasa bende kesin böyle sakin bir insan modeli çizmezdim, direk milleti çizerdim buda enterasan bir gerçek :)
Neyseki bu aralar şımarıklığım, ardarda yapmam gereken özel işlerim ve kış moduyla başetme programım en üst seviyede çalışıyor da gıkım çıkmıyor. 2015'ten bir beklentim yok hayırlısını getirsin, versin herşeyin. Ben şimdiden ağaçları süslemek, hediye çekilişleri düzenlemek ve yılbaşı partyleri düzenlemek derken görünüşe göre yeni yıla hazır ve nazırım zaten :) Geleneklerime bağlı bir insanım ben, yıl olmuş uzay çağı hala tombala dansöz ve yılbaşı ağacından bahsetseler oturur heyecanla dinlerim :) Aralık ayını bu yüzden seviyorum vesselam..

Birde  olaylar dizisine son 2 haftadır sürekli pasta kesmek, hediye almak ve yaş hesaplamak işleri dahil oldu ki iflahım kurudu, kurudu.. En yakınlarım oldukları üzere de kaçamadım yar kaçamadım :) Bu ayki maaşım Yay burçlarına gitti en yakın zamanda tahsil etmek üzere hayırlı yaşlar diliyorum aileme de bu vesileyle...
Cuma günleri sinema, haftasonları müzik olaylarına girdiğim için de sanat yanım son derece güncelliğini korudu. İstanbul-Yalova ve Bursa hattından canlı bağlantılar ile sevenlerime seslendim ki hepsi birer kutlamaydı, en çok benim sevindiğim ve eğlendiğimKüçük çaplı kurumsal bir moda blogu ise yeni heyecanlarım arasında. Gizlilik teşkil ettiği için detaylandıramıyorum ancak günden güne daha büyüyecek ve takipçilerimi eğlendirecek türden bir alan. İnşallah uzun soluklu ve heyecanını kaybetmeyen bir süreç olacak :)
Gittiğim filmleri anlatmıyorum çünkü bu aralar bilim kurgu filmleriyle boyut değiştirmek üzereyim tavsiye ediyorum ki saçma bulduğunuz filmlere bile  vizyon ve farklı bir nüans yakalamk için gidilmeli. Ben bile böyle söylüyorsam vardır bir hikmeti...
Ayrıntılar çok ama bugünlük bana ayrılan sürenin sonuna geldik, belki yarın diğer olayları da paylaşırım belki paylaşamam çok meraklı olmayan sadece kendinizi çok sevin ve  iyi davranın :))
Hoşçakalın...

2 Aralık 2014 Salı

Anlatamam görmen lazım..

Bir türlü bu haftaya başlayamadım, çünkü önceliklerim farklıydı, anlatacaklarım çoktu ve hepsi için nerden başlamalıyım bilemedim, içimden gelmedi :) Yani herşey olması gereken gibiydi.
Hislerini tarif ederken, bütün anlatacaklarını okuyan-yazan, hatta konuşurken, enstruman çalarken ve şarkı söylerken karşısındakileri büyüleyip günlerce -non stop-  kendini dinlettiren adamlar da öyle diyorlar zira..
İçinden gelmiyorsa zoraki olma, -mış gibi yapma...
Hoş ben -mış gibi yapamam zaten, beni anlatacak  çok da şeyim var bu haftaya dair :) Ama ben kendime saklayacağım, hislerimi anlatmakta ekonomik olacağım bu günlerde... Hüsnü Bey ile Hakan Altun'un selamları var. Herkes kendine iyi baksın gerisi kolay diyorlar. Ben en büyük Fener dedim, o ise ''Çarşı'' herşeye karşı dedi. Saygım sevgim kendilerine sonsuz bilirler..Sohbeti uzatmadan gerçek aşka bağladık ve bu haftaya başladık..
Diyeceğim şudur ki; kendinize iyi davranın ve müziksiz kalmayın dileklerimle...

28 Kasım 2014 Cuma

Acaba

Keşkeleri, vah vahları ve bilseydimleri olmayan insanların büyük itimalle sadece acabaları vardır..
İki seçenek arasında kalmalar, olaylara dönüp tekrar tekrar bakıp defalarca kritik yapmalar ve karar verme aşamasında hangisinin daha çok fayda sağlayabileceğini düşünerek kendi içinde boğulmalar hep bu ''acaba''ya münhasır gelişen süreçlerdir. Benim de çok kullandığım bir takılaçtır (takılıp kalma durumu)
Belirsiz durumlar beni, sırf şu acaba'' sorgulamaları yüzünden  gerip delirtme aşamasına getirebilir mesela..
Acaba haftasonu yağmur yağacak mı, acaba yola çıksam mı, acaba canımı sıkan yada bana iyi gelen biriyle ilk konuşmayı ben mi yapsam derken bir bakmışım ki ''eeeh  varsın olan olsun ilk aksiyon benden olsun'' diyerek bu belirsizliğe bir son veriyorum. Hızlı alınan kararlardan pişman olmuyorsanız ne ala, ben olmuyorum çünkü.. Acaba biraz daha mı beklesem daha mı iyi olacak ki ?diye sorguladığım herşey beni huzursuzluğa götürüyor, sonucu daha kötü oluyor. Eminim, test ettim onayladım :)
Bu haftasonu için acaba demeden aklıma gelen herşeyi, beklettiğim ve yürürlüğe koymak için beklediğim bazı şeylerin ''acaba'sını kaldırıyor ve pazartesi anlatmak üzere huzurlarınızdan hızlıca ayrılıyorum. En fazla başınız belaya girer ancak yaşarken bazı şeyleri gözlerinizle görmek herşeye değer...Hayat elinizi alnınıza dayayarak beklemek için fazla kısa çünkü :)

26 Kasım 2014 Çarşamba

Saygılar Sevgilerrrrrrr

Bazen aşırı özgür düşüncelerim ve yaşantım olmasına rağmen genel anlamda saygıda kusur etmeyen ve bu bağlamda oluşturulan insani davranışlardan ve haliyle ilişkilerinden hoşlanırım ben.

Şimdi diyeceksiniz kim bunun aksini düşünür yada isteyebilir ki?
İşte sorun tam olarak şudur ki; günümüz insanı modernleşmeyi, rahat insan ilişkilerini ve bencil davranırken etrafını görmemeyi, saygısızlık boyutuna getirdiğinin farkına dahi varamıyor..!
En basit örnekle, ben sana istediğimi söylerim ama sen söyleyemezsin, davranamazsın yada uygulayamazsın gibi olgularla karşılıklı saygı alanının dışına çıkıveriyor.
iş veya özel hayatımda, aile bağlarımda ve arkadaş çevremde kendime nasıl davranılmasını istiyorsam o ölçüde saygılı sevgili ve hoşgörülü olduğum bir gerçek. Yalnızca, ''sen yaparken mübah ama sıra bana gelince niye günah'' söylemi devreye giriyorsa bir sıkıntı var demektir. Yani eğer ben saygıda kusur ettiysem (ki kolay kolay etmem!) mutlaka vardır bir bildiğim =) diyerek sözlük anlamlarıyla da ne demek istediğimi anlatıyorum. Hoşçakalın ve diğerlerine hoş davranın...
Saygı, ilişki içinde olan birey veya kurumların(örneğin dinlerin veya ulusların), birbirlerinin ilgi ve tutumlarının farkında oldukları, yapıcı bir davranış tarzını benimsedikleri olumlu bir duygudur. Saygı, ilişkide olunan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun hak, değer, inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak ve bunlara önyargısız yaklaşmayı içerir. Her ne kadar tersi gibi gözükse de saygı kavramı haklar kavramının varlığından önce gelir ve haklar kavramına dayanmaz.
  1. Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram.
  2. Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu.
Aslında saygı terimi kişiler arası ilişkilerle sınırlı değildir; hayvanlar, gruplar, müesseseler ve örneğin ülkeler arasında kullanabilen bir terimdir.
Her ne kadar saygı zaman zaman kibarlık veya görgü ile eş anlamlı kullanılsa da, bunlar birer davranışken saygı bir tutumdur. Davranışlarda görülen kültürler arası farklılıklar ve aynı davranışın farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıması sonucu zaman zaman kişiler tamamen kendilerine dair unsurlardan veya dışa dönük çeşitli davranışlarından dolayı, saygısızlık kastı olmasa da saygısız olarak tanımlanabilirler.

24 Kasım 2014 Pazartesi

Öğretmenim, canım benim

Çocukluğundan beri öğretmen olmak isteyen ve kısa süre de olsa bunu gerçekleştiren biri olarak yazıyorum bugünkü blogumu..
Küçükken evcilik oyunlarında sürekli öğretmen olurdum çünkü teyzem rol modelimdi. Okul müsamerelerinde en uzun ezber metinlerinden sorumlu öğretmen ben olur, ilkokul birinci sınıfta okuma bayramının 3 sayfalık açılış ve üniversiteyi bitirirken kep törenimde (Spor Yöneticiliği) bölüm kapanış konuşmasını yapan cingöz kız olarak ise tarihe geçtiğim doğrudur :)

Özel okullarda birkaç yıl yüzme öğretmeni olarak çalışmak, spor&sosyal tesislerinde antrenör olmak ise eğitimcilik alanında paha biçilemez tecrübeler edinmeme ve kutsal meslek tanımını öğrenmeme neden  olmuştur. Velilerimden gelen teşekkür mektuplarımı hala saklar ve o günlerimi eşsiz anılar olarak hatırlar dururum. Dünya üzerinde her önemli meslekten ayrı tutulacak birşey varsa o'da kesinlikle ''öğretmenlik''tir derim ben.. Karşılık beklemeden emek vermek ancak ebeveyn ve öğretmenlikte olabilir birtek. Aldığınız maaş, yetiştirdiğiniz insanların başarılarının yerini asla ve asla tutmayacak cinstendir çünkü.
Hele de ülkemizde atanmayı bekleyen binlerce öğretmen ve diğer ülkelere göre çok küçük maaş artışlarıyla çalışan insanları gördükçe daha bir kutsallaşıyor bu meslek gözümde !!
Sadece birgün kutlamak hatırlamak ve değer biçmek ne annelere ne babalara ne de öğretmenlere yakışacak bir durum olamaz elbette ancak diğer ülkelerde de kutlanan bu günün tarihine bakacak olursak;
24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti devletininin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "Millet Mektepleri'nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk'e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928'de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım'da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmişti. Türkiye'de her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır.
Diğer ülkelerde biraz daha erken başlamış ve Dünya'da 5 ekimde kutlanıyor olsa da bizde 1981 yılında başlamış bir uygulamadır. Nedeni ise apayrı bir gün konusudur, şimdilik bukadarı biline..


Mesleki yeterliliği, demokratik bilinci ve bireysel gelişimi olmayan insanları ise ne eğitimci nede öğretmen sınıfına koymuyorum. Her sepette olan çürük yumurta gibi benim de karşıma 1 tane çıkmış ve eğitim-öğretimimde aklınca burnumu sürtmeye çalışmıştı. Tarihin tozlu raflarına kaldırıyorum öylelerini, kendi çocuklarını da öyle ellere teslim etsinler diyorum sadece !!!Bu vesile ile çevremdeki öğretmenlerin ve bir zamanlar benim gibi eğitimcilik yapmış arkadaşlarımın da öğretmenler gününü kutluyor ve aydınlık bir ülkenin bireylerini yetiştirmeleri için kolaylıklar diliyorum. Atatürk'ün izinden giden insanların başarıları daim olsun ve akıllarda yalnızca sevgisiyle, saygıdeğer tavırlarıyla ve sonsuz emekleriyle kalan öğretmenlerimize en güzel günleri yaşamak nasip olsun inşallah diyorum...

Atatürk nerede bir okul görse girer öğretmen ve öğrencilerle sohbet ederdi.
Bir gün Atatürk’ün yolu bir köy okuluna düşer. Tek sınıflı okulda genç bir öğretmen ders vermektedir. Atatürk sınıfa girer.
Öğretmen kürsüsünü terk ederek Atatürk’ün oturmasını ister.
Atatürk: “Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz” der. “Eğer izin verirseniz, biz de sizden faydalanmak isteriz. Sınıfta ders sırasında, Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.”

21 Kasım 2014 Cuma

Cumaaaaaaaşk

Blog yazılarımda genelde; düzeltme, ekleme yada değişiklik yapmadığım üzere aklıma gelen yani gündemimde olan herşeyi yazıyorum. Hele bir de Cuma gününe geldiysek...

Takipçilerim gün geçtikçe çoğalıyor ancak günlük yaşantımdaki kişiler üstüne alınır birde açıklama yapmakla uğraşamam diye hassas davranarak örnek vermemeyi ve sadece kendimi anlatmayı tercih ediyorum. Çok beğendiğim duvar yazıları, romantik şiirler, giderli sözler, aşk şarkıları, mesaj kaygılı içerikler ve karikatürleri paylaşmamak için zor tutuyorum kendimi bazen :)
Amma ve lakin, bu sefer bir ayrıcalık yapacağım ve yıllardır severek dinlediğim, belki de bilinaçltımda kendimle özdeşleştirdiğim bir şarkı sözünü paylaşacağım. Nerden aklıma geldi bilinmez  ama bütün eski sevgililerim evlenip-barklanıp sonsuzluğa gömüldüklerine göre (üstlerine isteseler de alınamazlar) bu nedenle bir sakınca da görmüyorum.
Çünkü ben zaten imkansız aşklar için yaratıldığımı biliyor ve Erol Evgin şarkıları tadında mutlu bir haftasonu diliyorum. Kendinize iyi davranınız efendim :))

Bir yumak sarar gibi geçtim acılardan
Bir kilit yüreğimde bir demir kapı
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerlerdeyim
Belki de aşk dediğin erişilmez olmalı
Ben imkansız aşklar için yaratılmışım
Ne kavuşmayı bilirim ne unutmayı
Kayboldum kuytusunda yalnızlıkların
Yaşadım en karasını sevdaların
Sensizlik bir ok gibi canıma saplanmalı
Coşmalı yanardağlar,kasırgalar kopmalı
Aşkın bir zehir gibi kanımda dolaşmalı
Elbette aşk dediğin böyle olmalı :)
http://www.youtube.com/watch?v=-ORDzv61iKo

18 Kasım 2014 Salı

Marat-on

Hayat bir marathon, kendi kendime yarıştığım hatta koşsam da yürüsemde yaşamak zorunda kaldığım... falan filan diye başlamayacağım yazıma da haftaya da merak etmeyin eeey felsefe sevmeyen insanoğlu  :))))

İşin felsefesi anlayana ama ben direk maratona katıldım ve neler kaldı aklımda onları paylaşacağım..

Her sene bir heyecanla kayıt olduğum kıtalar arası koşu maratonuna, kah katıldım koştum-yürüdüm, kah resim çektim güldüm oynadım geçen sene uyandım alarmı kapatıp niyeyse tekrar uyudum gibi klasik olaylarla her sene bir şekilde atlattım bu güzel organizasyonu. Bu yıl 36.sı düzenlenmiş mesela.. Biz İstanbul'da yaşayanlar pek farkına varamasak da Asya'dan Avrupa'ya yürüyerek geçmek bazı milletlerin yada kişilerin hayal bile edemeyeceği birşey. Gel gelelim ki biz, ülkemizdeki organizasyonları az bulduğumuzu homurdanırken güzel olanları da kaçırmaya meraklı bir milletiz!
Neyseki ben bu seneyi şirketten de katılan diğer arkadaşlarımla beraber en güzel şekilde tamamladım. Fazla durmamak ve çok koşup arkadaşlarımdan uzaklaşmamak üzere 10 km'yi bitirdim. Öncesinde ve sonrasında kapatılan yollar yüzünden de o mesafe 16 kilometrelere kadar çıktı. ancak 15-42 km koşan insanları gördükçe müthiş gaza geldim. Ama İstanbulun tadını gün boyunca (arabayla geçerken yada trafikte kalırken detayları kaçırdığımız için) adım adım çıkardım.
Arkadaşlarım ve çevremdeki diğer insanlarda gözlemlediğim mutluluk ise kuvvetle muhtemel, Boğaziçinden oynaya zıplaya karşı kıtaya geçmek, Barbaros Bulvarı'ndan aşağıya koşarken alkışlayanları selamlamak, Beşiktaş'taki Atatürk ve Türk Bayraklarıyla beraber fotoğraf çekilmek, Eminönü-Karaköy köprüsünde balık tutan abilere rastgele demek ve en önemlisi diğer ülkelerden gelen insanların hayran olduğu bu şehirde yaşamak paha biçilmez olduğu içindi...
Kültürümüzü anlayıp, koprumak ve temizlik olarak ne kadar sahip çıkabiliyoruz bu güzelliklere, malumunuz o konulara girmeyeceğim bile ! Ancak ben bu şehirde doğup büyüdüğüm için birkez daha şanslı hissettim kendimi. Çünkü ben İstanbulda yaşamanın hakkını her köşesini mümkün olduğunca gezerek veriyor ve şehrimi koruyorum. Maddi-manevi desteklemem gereken konuları biliyorum. Spor organizasyonlarında aktif yada pasif olarak katılımcı olmaya özen gösteriyorum. Yurtdışında tanık olduğum büyük organizasyonlar kadar heyecanlanıyorum kendi ülkemde ve şehrimde de gururla... Fazla kalabalık bir şehirde yaşadığımızı göz önünde bulundurursak da benim gibi düşünen insanların azlığı dikkat çekiyor.
Neyse ki ben bu konuları sadece maratonda değil arabayla gezerken de, evde otururken de düşünüp gelecek nesillere bırakabileceğim temiz ve modern bir şehir hayal edebiliyorum.
Umarım ki günden güne abartı şekilde artan şu göçler nedeniyle bu durum bir hayal olarak kalmaz ve ben/benim gibi düşünen herkes her sene daha güzel bir şehirde maratonlara katılabiliriz.
Yarın görüşmek üzere diyor ve koşuyorum ben :)

14 Kasım 2014 Cuma

POSTür

Bilindiği üzere cuma günleri bazı şirketlerde ''Free Friday'' (giyimin rahat ve çalışmanın esnek olduğu cuma)  benim için ise blogumda şarkı,türkü,şiir gibi daha özgür ve renkli paylaşımlar anlamına geliyordu.

Son birkaç zamandır ise cuma sabahları bizim (CCI) için ''En güzel cumalar hareketle başlar'' sloanıyla hayat buluyor. Büyük atriumumuzda kahvaltı sonrası toplanıyor ve stretching (açma-germe-esneme) hareketleriyle güne daha zinde başlıyoruz. Tabiki ailenizin antrenörü benim eşliğimde gerçekleşiyor bu renkli seanslarımız :) Resimler bol fakat hem özele giriyor hem de nazarlara gelmeyelim diye  paylaşmıyorum !

Katılımcılar ise her departman ve pozisyondan harika, uygulamaları kaçırmadan her cuma yerlerini alıyor ve enerjileriyle cumaya güzel bir başlangıç yapıyorlar. Ofis çalışanları için en büyük problem; hareketsizlik yada uzun süreli masa başı sabit çalışmaya bağlı olarak oluşan postür bozukluklarına dikkat çekiyor ve kişilere küçük püf noktaları ile sportif uygulamalar sağlamış oluyoruz. Zaten hali hazırda düzenli spor yapan kişilerin bu konudaki farkındalıkları yüksek. Dikkat çekmek istediğim tek nokta spor sonrası yapılacak esneme hareketlerini yapmayı unutmamak ve gün içinde bu hareketleri uygulamayı  alışkanlık haline getirmek. Ben düzenli spor yapmıyorum ancak evde yada ofiste esneme egzersizlerini alışkanlık haline getirebildim. Dik yürümeyi unutmak ve ekrana kilitlenerek çalışmak duruşumuzu günden güne değiştirebiliyor. Kendi araştırmalarınız ile de elde edebileceğiniz bazı egzersizleri ben özetle sunuyorum. Gerisi size kalmış. Sağlığınıza ve duruşunuza dikkat edin yoksa ben sizin yerinize de edeceğim diyerek haftayı kapatıyorum :))

Postür bozuklukları nelere sebep olabilir?
*En çok şikayet edilen konuların başında kronik boyun, omuz, sırt ve bel ağrıları gelir.
*İlerleyen yaşlarda kamburluk sorunu ortaya çıkabilir.
*İlerleyen yıllarda boyun bölgesinde kireçlenmeye sebep olabilir.
*Omuzlarda bulunan düşüklük ve öne eğrilik problemi zamanla kürek kemiği altından geçen damar ve sinirlerin sıkışmasına sebep olabilir.
*En önemlisi görüntü bozukluğu psikolojik olarak kişiyi etkileyebilir ve çekimser olmasına sebep olabilir.

Postür bozukluğu nasıl giderilebilir?
Oluşan postür bozukluğu omurgadaki kırık çatlak veya kemikleşmiş yapıdan kaynaklanmıyorsa kasların doğru şekilde çalıştırılmasıyla kolayca çözülebilir.
Görülen bozuklukların büyük çoğunluğu günlük yaşamda yapılan hatalardan kaynaklanmaktadır. Basit önlemler ve birkaç doğru egzersizle düzeltilmesi mümkün ve kolaydır. Bu önlemlerin başında doğru oturma pozisyonu ve yürüme esnasında pozisyona dikkat edilmesi gerekir. Esas belirleyici faktör ise doğru kasların biraz kuvvetlendirilmesidir.

Oturma pozisyonu şu şekilde olmalıdır: Belden yukarısı dik, bel hafifçe geriye doğru eğimli orta sertlikte ortepedik yastık ile desteklenmiş, baş öne veya geriye bükülmemiş, kalça ve diz açısı 90 derece, diz ve ayakların açısı ise 90-110 derece olacak şekilde oturulmalıdır. Eğer bilgisayar kullanıyorsak, dirsekler vücudun gerisine geçmeyecek, omuz ve boyna yük vermeyecek kadarda önde olmayacak, bilgisayar ekranının üst kısmı ise göz hizamızda olacak şekilde oturmalıyız.
Doğru kasları çalıştırmak için düzenli antrenman programımız var ise sadece programımızın sonuna basit dört hareket ekleyerek bu sorunu çözeceğiz.
Dizlerimiz hafifçe kırık, kalçadan vücudumuzun üst kısmı öne doğru 60 derece eğilmiş, sırt ve belimiz gergin , kürek kemiklerimiz birbirine doğru çekilmiş şekilde başlama pozisyonumuzu aldıktan sonra;

1)Kollarımız dümdüz şekilde aşağıya doğru uzatıyoruz ellerimiz açık avuçlarımız birbirine bakıyor, sonra dirsekten kolumuzu 90 derece olacak şekilde kırıyoruz, bu vaziyet ilk hareketimizin başlama pozisyonudur. Bu şekilde başlama pozisyonumuzu aldıktan sonra 15 defa, dirseklerimizin ve avuç içlerimizin pozisyonunu bozmadan yanlara doğru açıp tekrar başlama vaziyetine geliyoruz.
2) Kollarımız dümdüz şekilde aşağıya doğru uzatıyoruz ellerimiz açık avuçlarımız birbirine bakıyor , avuçlarımızı birbirine değdiriyoruz, bu şekilde kollarımızı hiç kırmadan başımız kollarımızın arasında kalacak şekilde 15 defa yukarıya kaldırıp indiriyoruz.
3)Dirseklerimizi omuz hizamıza getirene kadar yanlara kaldırıyoruz, ellerimiz dirsekten aşağıya sarkık durumda, dirseklerimizin konumunu değiştirmeden dirsekten ellerimizi kaldırabildiğimiz kadar yukarı kaldırıp avuç içlerimizin tavana bakması için bilekten kırıyoruz. Bu hareketi de 15 tekrar yapıyoruz.
4) Kollarımız dümdüz şekilde aşağıya doğru uzatıyoruz ellerimiz açık avuçlarımız birbirine bakıyor, kolumuzu kırmadan, kollarımız yere yatay alana kadar açıp tekrar kapatıyoruz. Bu hareketide 15 tekrar yapıyoruz.
Toplamda 60 tekrar yapmış oluyoruz. Bu 60 tekrar arasında boşluk bırakmıyoruz. Zaman içerisinde bu hareket serisini 2 tur yapacak şekilde arttırmalıyız. 1-2-3-4 numaralı hareket 45sn boşluk tekrar 1-2-3-4 numaralı hareket.
Son olarak da ellerimizi belimizin arkasında kavuşturup kendimizi olabildiğince geriye doğru esnetip 15sn bekliyoruz, bunu da toplamda 2-3 tekrar yapıyoruz.

http://uvfitness.net/postur-bozukluklari-ve-duzeltilmesi/

13 Kasım 2014 Perşembe

DiŞ işLeRi

20lik dişler dahil, tüm çürükler, dolgular, bakımlar bitti gitti, ama bu yaşıma kadar bende bittim resmen !

Cuma günü öğlen saatlerinde güzel bir cerrahi müdahale ile son kalan 20 yaş dişim de gömülü olduğu yerden çıkarıldı ve artık ben gönül rahatlığıyla 30 yaşıma girebilirim.(Temmuza daha çok var gerçi)
Kaç gündür dinleniyorum o nedenle yazamadım, yüzüm şiş, boğazım düğümlü, sözlerim kayıp :)
Öncelikle, çok konuşmama istinaden çenemi aldırmamı talep edenler yeni bir çenem daha olduğunu bilsinler. Öyle güçlü çene kasım ve öyle inat bir dişim varmış ki, ağrılarım ve şişiliği bitmedi gitti !

Bu olaya iyi yanından bakarak, nasıl olsa sürekli pipetle ve sıvı olarak besleneceğimi düşünerek midemi küçültürüm belki kilo veririm, belki sağlıklı beslenirim (mecburi detoks) diyerek kendimi iyi hissetmeye çalışsam da , sevgili blenderım sayesinde herşeyi un ufak ederek ve sütle karıştırarak büyüyen midemden ve iştahımdan hiçbirşey kaybetmeden en güzel meyveleri sebzeleri yemeye devam ettim (daha doğrusu içebildim).
 Dolayısıyla moralim yüksek ve neşem herzamanki gibi yerinde olarak da bu süreci tamamlayıp bugün işimin başına döndüm. Dikişlerim henüz alınmadığı için çok komik konuşuyorum. Sezen Aksu taklidimle toplantılar ve  sürekli birşeyler anlatma halim kaldığı yerden devam ediyor :)
Evde olduğum süre içinde ise yerimden bile kalkmadan geçmişe yönelik kaçırdığım filmleri izlemek, kitapları bitirmek ve üzerimdeki harika kırmızı eteği dahil dikmek üzere ev hanımı modülümü tamamladım. İşimi-gücümü hatta kurumsal hayatımı özledim, çünkü herşey gibi evde oturmanında da fazlası zarar, malum.
Defalarca kez gördüğüm ''Mavi Mavi'' adlı Türk filmini izlerken, ''Kocan Kadar Konuş ve Kürk Mantolu Madonna''yı geç de olsa bitirirken kah güldüm kah ağladım...  Hele ki ''Kocan Kadar Konuş'' kitabı tam 2.5 saat içinde heyecanla ve gülerek bitti diyebilirim :) Farkındalığımı arttıran ve beni geliştiren herşey gibi bu kitaplara da teşekkür ederim...
Evde kaldığım süre boyunca merak edip, gelen- giden, arayan- soranlar zaten başımın tacıdır, burdan hepsini öpüyor- seviyorum, zaten yakın takipçilerim aynı zamanda hepsi.. Birde sırf merakından takip edip hiçbir resmi beğenmeyen, geçmiş olsun demekten aciz hatta başkasının kötülüğü ile mutlu olan ezik bir tayfa var ki onları hiç saymıyorum bile.. Malesef benim çevremde de- az da olsa- var, biliyorum ve susuyorum. Sadece ''gün olacak devran dönecek'' demekle yetiniyorum, çünkü herşeyin bir vakti var :)
Geçirdiğim operasyona gelecek olursak da;  herkesin muzdarip olduğu şu 20 yaş diş konularıyla ilgili neler buldum neler. İnsanoğlu bedeninde nelerle yaşıyor, ağrımadan anlamıyoruz ne yazıkki. Diş bile ya çeneye kaynıyor yada diğer dişlere baskı yaparak görüntüyü ve ağız sağlığını gün be gün bozuyor. Tam tabiriyle yumurta kapıya dayanınca da soluğu hastanelerde alıyor. Çünkü;

''Yirmi yaş dişleri en son çıkan kalıcı dişler olduğu için, ağzınızda bunlar için yeterli boşluk olmayabilir. Bu da yirmi yaş dişlerinin dişeti dokusunun veya kemiğin altında veya başka bir dişin yanında gömülü kalmasına yol açabilir. Dişler gömülü oldukları takdirde şişme görülebilir.

Kısmen çıkmış veya çarpık çıkmış yirmi yaş dişleri de ağrıya , çapraşıklığa veya hastalığa yol açabilir. Yirmi yaşından önce çekilen yirmi yaş dişlerinin kökleri daha az gelişmiş olacağı ve bu yaşlarda yapılan diş çekimleri daha az komplikasyona neden olacağı için yirmi yaş dişleri için 16 ve 19 yaşları arasında muayene olunması tavsiye edilmektedir.'' diyor uzamanlar.

Ailede; en çok doktora giden, kendi işini kendi gören ve kendine dikkat etmediği için ilaç-hekim dostu olan biri olarak, adımı altın harflerle yazdırabilirim soyağacımıza mesela...
Bu seferki serimizde ise diş konulu bir sağlık terörü esti evimizde. Allahtan yalnız yaşıyorum ve ailem, en yakın arkadaşlarım sürekli gidip geliyor evime. Yani, istediğim zaman kalabalık oluyor istediğim zaman yalnız kalabiliyorum yandaki resimde...
Çalışmaya ve haftasonu planlarına kaldığım yerden devam ettiğim için de görüşmek üzere diyor, bugünlük aranızdan ayrılıyorum.

Herzaman söylediğim gibi bende konu bitmez, sizler sağlıkla ve hoşçakalın, kendinize iyi bakarken diğerlerine de bir zahmet iyi davranın :)


6 Kasım 2014 Perşembe

Kahve yanına ne gitmez?

Gayet keyifli bir öğünün arkasından içilen Türk kahvesi candır.

Aslında bu bir tür alışkanlıktır  kimisi toplanıp dedikodu yapmak için kullanır bu güzel içeçceği fakat ben keyif için içiyorum. Mesela gayet geleneksel bir ortamın, eve gelen misafirin, çok yenilen yemeğin ardından o köpüklü Türk kahvesi benim için ''oh çok doydum şükür ki keyif için kahvemi de içebiliyorum niteliğindedir. Ancak şu masum içeceğin esir olduğu bir ortam vardır ki benim asla yapmam demek yerine yaptırmam ve o ortamda kahve içmek için bile bulunmam dediğim cinsten !

Evet, dedikodu olgusunu çok keyifli gibi algılatan bu kahve seanslarının yapılma amacı kısaca aşğıdaki gibiymiş. okuyun ve 40 yıl hatrı olsun şeklinde algılayın. Rica ediyorum şu dedikoduyu yapmayın, yaptırmayın :)

Aslında bunun tek cevabı insanın esiri olduğu ego imiş. Birine bir haber vermeden önce belli belirsiz bir tatmin ve heyecan hisseder, "Biliyor musun ne oldu?Bilmiyor musun? Ben anlatayım!" Bu kısacık anda karşıdaki insandan daha fazla şey bilmek insana kendini karşındakinden daha üstün hissettirirmiş. Bir çok insan dedikodu yapmayı bu yüzden sever, bunun haricinde dedikodu tam anlamıyla kötü niyetli eleştiri ve başkalarını yargılama amacı taşıdığından,dedikoduyu yapan kişinin hayali, ahlak üstünlüğü egosunu güçlendirirmiş.


Bakın dedikodu  hangi duygu ve düşünceler ile yapılıyormuş:

  • İntikam duygusu ile,
  • Dedikodusu yapılan kişiyi küçük düşürme psikolojisi ile,
  • Kıskançlık duygusu ile,
  • Dalga geçmek \ eğlenmek amaçlı ile,
  • Dedikodusu yapılan kişiden kendini üstün gösterme arzusu ile,
  • Cesaretsizlik ve öz güven eksikliğini kapatma güdüsü ile yapılan  sohbet görünümlü dedikodulara kanmayın diyor ve öyle ortamlarda da pek bulunmayın tavsiyesinde bulunuyorum...Kısacası hoşçakalın, hoşnut bırakın diyorum:))
  • 5 Kasım 2014 Çarşamba

    Anlamlar, anlamlar...

    Kitabı okumak mı yazmak mı diye sorsalar ben kesin ''hissetmek'' derim...
    Sayfalarını çevirirken dokunmak, kokusunu duymak ve renkli resimleri mevcut ise incelemek derim. Ansiklopedi derim dergi derim, rengarenk hatıra defterleri derim yani kısacası...
    Tabletten dergi indirme ve delirmişçesine ekranı çeviriyor-muş gibi yapma alışkanlığını zaten zar zor edindim ama yolculuğum sırasında evde unuttuysam hemen bir gazete bayiine uğrar birkaç çeşit dergi alırım. Müzik dinlerken resimlerine baktığım moda dergileri, herkesin içinde kahkaha atabileceğim karikatüristler ve sürükleyici kitaplarımdan hiç vazgeçmedim. E-kitap, sesli kitap olaylarını çok güzel ve önemli teknolojik gelişmeler olarak görsem de o kitap benim yanımda gezecek arkadaş..!
    Seyahatlerde yer görecek, çantadan çıkacak kahve molalarında laf dinleyecek, belki kapağı bile açılmayacak ama elimin altında olacak ! Günü gelincede elimden düşmeden ve 2 güne kalmadan bitecek.. Yani söylemeye çalıştığım çok maço bir tavırla seviyorum kitabımı, defterimi, okuduğum-yazdığım-baktığım herşeyi :))
    Belkide sırf bu nedenledir ki benim gibi düşünen insanlara ait bişeyler tasarladım. Bugün birtanesini hediye ettim hatta. Sayfa ayıracı olarak kullanabileceğim renkli bişeyler üretiyorum kitap kurtlarına. Markam altında da satışa sunulacak fakat örnekleri internette var dilerseniz inceleyebilirsiniz.
    Bence satın almak yerine hayal gücünüzü kullanıp minik hediyeler hazırlamak daha güzel bir hareket olacaktır, muhtemelen daha da özel bir anısı olacaktır.
    Şimdilik hoşçakalın ve sevdiklerinize iyi bakın. Onları minik hediyelerle şımartın, çünkü süprizleriniz kendi ellerinizden çıkınca anlam kazanır...
    Yani çok rica ediyorum şu hayatınızı birazcık anlamlandırın :)