13 Eylül 2013 Cuma

Üstüne bişey almadan çıkmaaaaaaaaaaaa !

Evden dışarıya çıkarken düşündüğüm tek şey var, üstüme birşey alsam olmaz almasam gönül razı değil !!!

Bu cümle sonbahar cümlesidir, yaz gibi görünen havaya rağmen napsak ne'etsek erken kararan, ruhumuzu daraltan, inceden bir hüzne sokan ve gece soğuklarıyla ünlü olan sonbaharın etkisinden kaçamayız...
Bugün cuma olması nedeniyle serbest kıyafet prosedürümüze uyarak dilediğimce giyindim yani ruh halim git şunları giy dedi. Üstüme inceden bir hırka aldım ama hava sıcak olduğu için dayanamadım çıkardım, ofiste klimalar açık olduğu için tekrar giyindim ve bu işlemi akşama kadar defalarca tekrarlayacağımdan eminim !
Renklerimden dolayı herkes baharı getirdiğimi söyleyerek iltifatlar yağdırıyor, yaz geri gelmiş herkes mutlu olmuş-muş fakat benim ruhum çoktaaan sonbahara geçti bedenim yazda kalsa nolur :)

Hal böyle olunca da sadece ruh durumumuzu değil, cildimizden saçımıza yaşantımıza kısacası metobolizmamızı tümüyle değişime sokuyoruz mevsim geçişlerinde. Bu yüzden de 4 mevsimin tadını çıkarmak ve bir önceki mevsimin kritiğini yapabilmek adına uygulamamız gereken bazı rutinlerimiz olmalı. Mesela hepimizin bildiği gibi yaz aylarında güneş ve deniz suyunun etkisiyle kurur, matlaşır. Cildin kaybolan nemini geri kazandırmak için özel bakımlar gerekli. Özel nem maskeleri evde uygulanabilecek kolay bir yöntemdir. Sürekli de güzellik merkezlerinde dolaşıp sonbahara rahat girmeliyim diye uğraşmayın tabiki :)  Vitamin ve proteinlerden oluşan cilt maskelerinin haftada 1-2 kere uygulanması cilde zaten gereken nemi kazandırır sizi de soluk ve sağlıksız görünmekten kurtarır paranızın çoğu cebinizde kalır...
 Düzenli iş hayatıyla beraber farkettiğim ve şuanki mevsim değişikliğinde beni en çok etkileyen ve en büyük değişikliklerden biri de uyku düzenimiz!
Uykuyla ilgili yaptığım araştırmalar çok ünlüdür :)  ve en son okuduğum paragrafta uzmanlar şöyle diyor :

Vücudumuzda ne zaman uykumuzun gelip uyuyacağımızı ve ne zaman uyanacağımızı belirleyen karmaşık bir sistem vardır. Bu sistemin en önemli parçalarından biri beynimizde bulunan güneş ışığının etkilerine hassas bazı bölgelerdir. Sonbahara girerken güneş ışığının gücünün azalması ve gün ışığı süresinin kısalması bu mekanizmaların çalışma düzenini değiştirebilir ve uyku sorunları ortaya çıkabilir. Ayrıca sonbahar mevsiminde insanların depresif bir ruh haline bürünebilir. Bunun bazen gerçek bir depresyon hastalığı şeklinde görülebilir ve depresif ruh halinin genellikle uykuya dalmada güçlük, gece sık uyku bölünmesi, çok erken uyanıp bir daha uyuyamama gibi şikayetler ortaya çıkabilir.
Hal böyleyken benim enerjimin çabuk bitmesi, dinlenememek, sürekli uyuma isteği ve durgunluk gibi şikayetler çoğumuzda vardır diye tahmin ediyorum. Çalışma saatleri düzensiz olan kişilerde ise vücut direncinin düşmesi ve sonunda meydana gelen rahatsızlıklar ile boy gösteriyor.
Diğer etkilerde kişiden kişiye farklılık gösterebilir bazılarımızda yaşam şartlarını daha pozitif olmaya yöneltebilir belki yaz sıcaklarından kurtulan ve yağmurlu-çamurlarda mutlu olduğunu bildiğim arkadaşlarım gibi...
Benim diyeceğim şudur ki; ''Ben niye mutsuz- çaresiz -sıkıntılı- yorgun- üzgünüm ve tam olarak neyim var sorularına verecek bir cevabınız yok ise nedeni muhtemelen sonbahara bağlı mevsim değişikliğinden kaynaklanıyordur ;) Yemeyin bitirmeyin kendinizi yakında soğuklar gelecek erken kararan havaya da sürekli kapalı mekanlarda olacağız ama inanın kendimizi parçalasak da alışacağız....

Yinede bana alışmak mı daha zor sevmek mi diye sorsalar erken kalkmak zorunda olmak derim ve bu yazıyı burada bitiririm :)

12 Eylül 2013 Perşembe

Merhaba modern iş dünyası

Günaydın işini hayatının en önemli parçalarından sayanlar :) Günaydın uykusunu almadan hazırlanıp makyajıyla yüzüne gülümseme yapanlar :) sizede günaydın evden çıkarçıkmaz başka boyuta geçen insanlar :)
Her ne olursa olsun yaşadığınız problemler, sağlık sorunları ve mutsuzluklar eğer ki 3 günü geçiyorsa ya depresyona giriyor, muhtemelen  bulunduğunuz ortamdan arkanıza bakmadan kaçıp gitmek istiyor yada tüm gemileri yakıp gidiyorsunuz !

Başkalarının kaç günlük bir dayanma eşiği olduğunu bilemem ama benim 3 gün içinde değişiyor tüm sistemim :) Sadece iş değil  özel ve sosyal hayatımdaki sıkıntılar 3 günü aşmıyorsa hemen tüm enerjimle dönebiliyorum rutinime, aldırmıyorum sağa-sola, tüm ciddiyetimle (neşem ve heyecanımla) devam ediyorum hayatıma...
Bugün bedenim yorgun ama hayallerim ve isteklerim gayet ciddi biçimde çalışıyor. Erkenciyim ve takip ettiğim tüm köşeyazarlarını gazeteleri ve makakeleri bitirdim. Bugüne uygun olan birtanesini de paylaşıyorum...

Sıkıntılarınız  nedeni olan sistemin işleyişi ve iş hayatınızda herkesle aynı olmak zorunda kalmanız ise okuyun ve paylaşın. Ne demek istediğimi birde böyle anlayın :)

Modern iş dünyasının son akımı “Bugün yorganın altında uyumak istiyorum” diyerek işe gelmemek.
İşyerinden gelen cevap da “Keyfine bak, yarın görüşürüz” oluyor!
Bizde böyle durumlarda “Uyumak istiyorum” yerine, bir akraba temsilen öldürülür.
İşe gelmemenin başka bahanesi olamazmış gibi…
Oysa yabancının yaklaşımı bizimkinden daha iyi sonuç veriyor, o uygulamanın temelinde bir yaşam tarzı, dünyaya bakış ve algılayış yöntemi yatıyor. Bu sistemde tanışışım, Amerika’da (Texas Üniversitesi) ilk asistanlık aylarına denk gidiyor…
Öğrenci geldi, “Ben sabah uyuyakaldım, imtihanı kaçırdım. İsterseniz simdi imtihan olabilirim” dedi. Haydaaa…
Alışmışız bizim sisteme, “İmtihanı kaçırırsan kalırsın ikmale kardeşim. Bir de sana özel imtihan mı yapacağız?” diye düşünüyorum. Ama talebe o kadar rahat ki…
Profesöre, “Öğrencinin biri uyuyakalmış imtihanı kaçırmış, ne yapacağız” dedim.
“Bir make-up (telafi sınavı) yapıver, aynı testi verme, konu ver, kompozisyon yazsın” cevabını verdi. Öğrencinin kağıdı “A” aldı, meğer çalışırken sabahlamış, masa başında uyuyakalmış. Aslında diskoda sabahlasaydı da olurdu ya yine sınava girecekti…
“Uyuyakaldım” demesi cezalandırılmıyor, doğruyu söylüyor, sistem anında bir imkan daha tanıyor. İnsanı dürüstlükten şaşmaya davet etmiyorlar! Meşhur hikayedir, iki öğrenci sınavı kaçırır, hocaya “Beraber arabayla geliyorduk, lastik patladı, sınava yetişemedik” derler.
Hoca ikisini ayrı ayrı odalarda sınava alır, soru iki kelimedir: “Hangi lastik? ”

***
Sistemi aldatmadıkça, sistem sana hak tanıyor, sistemle oynamaya baslarsan sistem de sana karşı tavır alıyor. Sistemin temelinde dürüstlük var.
Başka yerde insanın sadece bedenini değil ruhunu da ciddiye alıyor, öyle davranıyorlar.
Bizde canının işe gitmek istememesi gibi bir ruh hali söz konusu olamıyor.
İlle de bedeni bir şey olacak, ya grip olacaksın veya çok yakının birine fiziki bir şey olacak. Hele ölürse, izin garanti!
Adamların mantığı farklı…
“Canım bugün ise gelmek istemedi” dediğinde “Bak keyfine” diye cevap veren işyerinde çalışmak istiyorsun!
Adamlar bunun farkında.
Denklemi bizim gibi ters kurunca, sağlıklı olduğun sürece karşı tarafın seni hayattan bezdirme hakkı doğuyor.
Şükrü Kızılot konu etmiş, bazı bankalar SSK emeklilerine maaş ödemek için sağ olduklarını ispat eden belgeyi altı ayda bir getirme şartı koymuşlar. Ya öleceksin ya da ıstırapla yaşayacaksın formülü !
İnsanı insan yerine koymak, kişinin hatasını kabullenmesi, hatayı yapana bir şans daha verilmesi, ruha hitap… Bunlar hep kaliteli toplumsal yaşam emareleri.
Bizde de yerleşiyor, umut yok değil…
Bir ara ne çok vardı “Satılan mal geri alınmaz”
Tercümesi “Kazıkladım gitti!”
Şimdi iade sistemi, bizde de yerleşti, 20 yıl önce yoktu…
Arkadaşım Altan, Dallas’tan dayanamadı bir tenis raketi aldı, sonra verdiği paraya acıdı. “Gel iade edelim” dedi, beraber gittik. Bir de baktım ki Altan elini bandaja sarmış.
İade ederken satıcı kız, “İade nedeniniz” diye sorduğunda “Elimi sakatladım, kullanamıyorum maalesef” dedi.
Tezgahtar kız not etti, raketi geri aldı, parasını Altan’ın sağlam (!) eline saydı.
Kıza, “Arkadaşım ‘Eve gidince rengini beğenmedim’ deseydi, geri almayacak mıydınız?” diye sordum. Tezgahtar, “Sadece istatistik için araştırma departmanına verdi diye bu soruyu soruyoruz, bir hafta içinde geri getiren her şartta parasını geri alır” dedi.
Sahte bandaj sahibine komik!
Sistem sağlıklıysa sahte hastalıklara gerek kalmıyor.
Öbür turlu sistem, adamı hasta ediyor!
Esnek çalışma saatleri…
“Kravatsız Cuma”lar…
Yorgan günleri…
Hepsi daha verimli olunması için!
Yoksa aklın başka yerde, gelmişsin işe… Koltukta oturuyorsun ama önündeki bilgisayarda fal bakıyor, kendince intikam alıyorsun…
Patronun koyduğu kameraya da çalışır görünüyorsun…

“Yalandan kim ölmüş” ne de olsa bir Türk atasözü!

Yazan : Murat Birse

11 Eylül 2013 Çarşamba

SOR- gula- MA

Bilinen en kötü huyum inatçılığımdır. NET !


Öyle ki; bazen kendi kendime inatlaşırken buluyorum kendimi ! Yapmamam, düşünmemem yada üzerine gitmemem gereken her konuyu sırf kendime inat tekrarlıyabiliyorum. Akışına bırakmam gereken bir hayat ise söz konusu olan illaki irdeleyip kendime icad çıkartıyorum :)
Sonunda da görüyorum ki naparsak yapalım bazı şeyler bizim dışımızda gelişiyor, su akıyor yolunu buluyor ve biz sadece yıprandığımızla kalıp bir adım bile ilerleyemiyoruz !
Kaderci yapıma bürünüp herşeyi oluruna bırakınca ( kendime göre, herşeyden vazgeçince) isteyip de olduramadığım şeyler beni buluyor ve hayatımdaki yerini alıyor. İş, özel veya sağlık konularında bile bu olay hep böyle olmuştur...Anlatmaya çalıştığım bu olguyla ilgili uzun hikayeler, çeşitli bilimsel kuramlar ve cuk oturan güzel sözler mevcuttur, okuyup okuyup paylaştığım, hayat felsefem haline getirmeye çalıştığım...
  Ama şimdi yazacağım kurallar kesinlikle beni ve yaşadıklarımı tarif ediyor. Yani demek istediğim hayatın çarkları aslında böyle dönüyor :)

KURAL 1: “Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da  bize bir şey öğretirler.” { yani bizi kendimize getirler :) }

KURAL 2: “Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. ‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”

KURAL 3: “İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.”

KURAL 4: “Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.”

4 kural 'benim, senin ve bizim' için birer farkediliş olması dileğiyle.. Hoşçakalalım :)

10 Eylül 2013 Salı

Çocuk da yaparım, kariyer de...


Evet ! Eteğimdeki filleri ben doğurdum hatta evdeki Hello Kittyleri de :) Benim için hem bu kadar kolay hemde hiç gerçek olamayacak kadar uzak bir ihtimal Dünyaya bir çocuk getirmek !


  Kendim henüz çocuk gibi olduğum için mi yoksa domestik bir ev hanımı ruhuna sahip olamadığım için mi bilemiyorum ama evlenip barklanıp 2 de çocuk doğurdum mu tamamdır bu iş diye bakamadım olaya... Hepsi aynı anda gitmiyor benim kafamda çünkü :)
Fakat son zamanlarda gıpta ile baktığım hem başarılı iş yaşamları hemde son derece ilgili ve bilinçli annelik duygularıyla hamile olan arkadaşlarım !

Şirkette neredeyse bir doğum furyası yaşadım son 2,5 senedir. Bütün tanıdıklarım teker teker doğum iznine ayrıldılar geri döndüler hatta bebişlerini ofise getirip bana emanet ettiler :) Uzaktan davulun sesi hoş gelir misali, ''aaaay ne çabuk büyümüş bu ayol'' çığlıklarıyla bir güzel seviyorum hepsini. Tabi birde çalışan anneye sormak lazım ne denli zor onu büyütmesi...

Bugün mutfaktaki sohbetimiz esnasında farkettim ki çalışan ve hergün gelişen kadının önünde hamilileik bile bir engel değil ve haklarını bilerek iş yaşantısını sürdüren başarılı birer anne onlar...

Bende biraz hamilel kadınların iş yaşantısındaki yerini sorgularken baktım ki Ülkemizde kadın-erkek eşitliğine yönelik çabalar 19. yy'da başlamış . Neredeyse başlamayacakmışş :))) Bu çabalar o dönmlerde kadınların hayatında sınırlı değişimlere yol açmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurduğu 1923 yılını izleyen ilk on yılda Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimlerle de kadının toplumdaki yeri yeniden yapılandırmaya gitmiş büyük bir toplumsal değisim gerçeklestirilmistir. Gerçi ozamanki resimlerle şuanki resimler arasındaki uçurum farkı görebiliyorsanız üzüntümü paylaşıyorsunuzdur :(

Neyse ki; kadının iş yaşantısındaki hukuki düzenlemeleri de şüphesiz başarılarının belirleyici bir unsuru olmuştur. Ben haklarım olmadan kılımı kıpırdatmam mesela :)

Olayın özü; belki birgün benim de işime yarayacak bu bilgilerle sizleri başbaşa bırakırken bende eğer bir bebğim olsa ve bana benzese nasıl olacağını düşünüp kafayı sıyırmaya gidiyorum :)

Doğum İzni derki :
Temel ilke, ilişki, şekil, usûl, hak, sorumluluk, ceza, iş güvenliği, izin, ücret, çalışma, iş sözleşmesi, sözleşme çeşitleri hakkında tanım ve açıklamalar 4857 Sayılı İş Kanunu’nda düzenlenmiştir.

İş Yasası’nın 74. maddesine göre Kadın işçilerin doğum izni, doğumdan önce sekiz ve doğumdan sonra sekiz hafta olmak üzere toplam 16 haftadır.

Çoğul gebelik halinde doğumdan önce çalıştırılmayacak sekiz haftalık süreye iki hafta daha eklenir.
  • İşçinin istemesi ve sağlık durumunun uygun olduğunun hekim raporu ile belgelenmesi durumunda doğumdan önceki üç haftaya kadar işyerinde çalışabilir. Bu durumda, kadın işçinin çalıştığı bu süre doğum sonrası sürelere eklenir.
  • İşçinin çalışmasının sakıncalı olduğunun (Düşük riski gibi) doktor raporu ile belirlenmesi durumunda doğumdan önce ve sonraki toplam onaltı haftalık süre arttırılabilir.
  • Kadın işçinin isteği üzerine kendisine onaltı haftalık sürenin tamamlanmasından ya da çoğul gebelik halinde onsekiz haftalık süreden sonra altı aya kadar ücretsiz izin verilir.
  • Bir yaşından küçük çocuklarını emzirebilmeleri için günde toplam bir buçuk sat süt izni verilir. Bu sürenin hangi saatler arasında kaça bölünerek kullanılacağını işçi kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır.

  • http://www.sendika.org/2004/08/hamilelik-dogum-izni-ile-emziren-kadin-iscilerin-haklari/
     İş hayatınızı sağlıklı şekilde sürdürebilmek için dikkat etmeniz gereken bazı önemli detaylar varmış, bunları sıralarsak:
    • Bilgisayar başında çalışırken mutlaka küçük molalar verin. Kalkın ve derin nefesler alarak, biraz yürüyün.
    • Masada otururken arada bir kollarınızı ve bacaklarınızı esnetin.
    • Kesinlikle ağır şeyler kaldırmayın!
    • Eğilmeniz gerekirse sırtınızı ve belinizi zorlamadan, yavaş yavaş eğilin.
    • Sandalyenizin yükseklik ayarını, ayaklarınız yere tamamen değecek biçimde ayarlayın. Hatta mümkünse ayaklarınızı küçük bir tabureye ya da sandalyeye uzatarak oturun.
    • Uzun süre ayaktaysanız, sık sık mola verin.
    • İşler ne kadar yoğun olsa da, yemek saatlerini atlamayın.
    • Elinizin altında mutlaka dolu bir şişe su bulundurun.
    • Sigara dumanından ve kimyasal maddelerden uzak durun.
    • En az iki saatte bir tuvalete gitmeye özen gösterin.Kendinize kesinlikle yüklenmeyin. Yoğun günlerde ve yorgun hissettiğinizde eve daha erken gidin.
    Herşeyden önemlisi günümüz Dünyasına çocuk getirmek için çok çok iyi düşünün ! Eğer isteyerek veya istemeyerek de olsa çocuk sahibi oluyorsanız aileniz ve eşiniz ile güzel ve herkese hayırlı evlatlar yetiştirin :)

    9 Eylül 2013 Pazartesi

    Korkma, korktukça...


    İyi, güzel, mutlu-mesut, başarılı, sağlıklı ve cesaretli bir hafta diliyorum...

    İlk saydıklarım bilinen ve gerçekleşmesi beklenen güzel dilekler ama en sonki dilek pek tanıdık gelmedi değil mi?
    Durup dururken insan niçin bunu dile getirir ki? Yoksa korktuğumuz birşey mi var ?
     Kendimi bildim bileli korkularım gerçekten çok azdır. Deli, hatta  bazen cahil sayılabilecek şekilde korkusuzumdur ben.. Filmlerden, ölmekten,çevremdekileri kaybetmekten hiç korkmadım mesela. Çoğu kez inandırıcı olmadım nerden geliyor bu cesaret diye hayret etti eşim-dostum. Aldım başımı dil bilmeden yol-iz bilmeden Amerikaya gittim öğrenci olacağım diye. En yakın arkadaşlarımla bir inat uğruna tartışmadan yollarımı ayırdım senelerce görüşmedim tek başıma çok güçlüyüm kimseye ihtiyacım yok diye dolandım ortalıklarda... Ta ki beraber büyüdüğüm ve senelerce görüşmediğim dostumu tekrar hayatıma sokup, görüşmek için plan yaptığımız hafta vefatını öğrenmeme kadar ! Sonrasını anlatmama gerek yok zaten herkesi soktum hayatıma teker teker başladım korkuların en büyüğünü yaşamaya... Başıma bir felaket gelmesi gerekiyormuş demekki birşeylerin değerini kavrayabilmek için dedim kendi kendime günlerce, aylarca. Ama farkettim ki korkunun ecele faydası yok neyden korktuysam sonrasında keybettim herşeyi birer birer. İllaki ölüm korkusu olması gerekmiyor ama özel hayatımda da yaşadım aynı şoku daha 23 yaşımdayken.Döndüm arkamı gittim kendimden bile en uzağa..

    Araştırdım neden böyle oluyor herkesin hayatında kaybedişleri vazgeçişleri yada terkedilişleri diye. Korkunun olduğu yerde başlıyormuş hatalar. Hiç sorgulanmayan sorular sonunda probleme dönüşüyormuş. Bunu illaki bir kaybediş yokoluş olarak algılamayın. Mesela işinde başarısız olma korkusu yada kovulma korkusu yaşamaya başlayan bir kişi , zincirleme olarak bütün problemleri çekermiş üstüne. Gerçekten de huzursuzlukla başlıyor bütün olumsuzluklar.
    Evlilikler keza aynı mantıkla ilerliyor. Korkunun fazlası eşlerin birbirine saygısını sevgisini çoğu kezde ilgisini kaybettiriyor birbirine çünkü taraflardan biri delirmişçesine sorguluyor hayatlarını. Diğeri dayanamayıp kaçıyor o eski huzur dolu ortamdan !

    Ben çok sevdiğim zaman çok korkarım mesela.. Mantığım devreden çıkar adeta ! Ailemi kaybetmekten, sevdiğim adamı birdaha görememekten korktum yıllarca ve görmedim de. Yada kaybettiğim ve hastalığıklarında başında beklediğim yakınlarım oldu.
    Zaman içinde yaşayarak ve üstüne düşmeyerek kendimi panik atak derecesine getirmeden sakinleştirdim çok şükür ki  !
     
    Bide Dünyanın en güzel ayakkabısını satın aldım geçen gün. Bugün de ilk kez giydim ve havalarda uçarken düşmekten korkuyorum mesela  :))))

    Bunlar gibi sayabileceğim yüzlerce örnek var hayatımızda. İnsanlar genel olarak başarısızlıktan, sevilmemekten, önemsenmemekten, ölümden, hastalıktan, kaybetmekten, kontrol edemediği her türlü etkiden, kontrol edilmekten, terk edilmekten, sakat kalmaktan, aldatılmaktan, zayıf görünmekten, anlaşılamamaktan, aşağılanmaktan, kavgadan, tehdit gibi algıladığı her şeyden ve herkesten, düzenin bozulmasından, elindeki değerleri kaybetmekten, aklını kaçırmaktan, parasızlıktan, sahip olduğu mal varlığını yitirmekten, düşmanlardan, Zarar görmekten, düşmekten, uçaktan, hayvanlardan, yüksekten, yalnızlıktan, karanlıktan, işsiz kalmaktan, hırsızdan, psikopat insanlardan, doğal afetlerden korkuyorlarmış ve sorunlar korkuların büyümesiyle ve çevreye zarar vermekle devam ediyormuş.
     
    Bunlarla başetmek için de aşağıdaki başlıkları uygulamamız gerekiyormuş :)
     
    1) Korkularınızı kabullenin. Bu adım, tek başına bile atabileceğimiz çok büyük bir adımdır. Eğer bunu bugün yapabilirseniz, korkunuzu yenme yolunda müthiş mesafe katetmiş olursunuz. Aslında bir çoğumuzda bu korku ve endişeler sürekli var, ama hep beynimizin karanlık bir köşesinde, bizim farkında bile olmadığımız bir yerde yaşıyorlar. Biz de sanki onlar hiç yokmuş gibi davranıyoruz. Ancak onlar orada varolmaya ve yaşamımızın her gününde bizi etkilemeye devam ediyorlar. İşte bu yüzden ilk adım korkularımızın varlığını kabullenmektir.
    2) Yazıya dökün. Sizi korkutan ve endişelendiren şey nedir? Hemen bir kağıda yazın. Korkunuzu yazıya dökmek, onu kabullenmekle birlikte gün ışığına da çıkartıyor. Korkunuz beyninizin karanlık bir köşesindeyken oldukça güçlüdür ve sizin üzerinizdeki etkisi kuvvetlidir. Siz bu korkuyu yazıya dökerek tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş olursunuz. Artık bu noktada güç, korkunuzdan size geçiyor. Çünkü korkunuz artık sizin dışınızda bir yerde duruyor. Şimdi ona müdahale edebilirsiniz. Ben şahsi olarak o kağıdı buruşturup üzerinde tepinmeyi tercih ediyorum, ama siz istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz.
    3) Korkunuzu hissedin. Her ne kadar bir ve ikinci adımda korkunuzu kabullenip yazıya dökmüş olsanız da, hala endişeleniyor olabilirsiniz. Kim bilir, belki bu korkudan dolayı utanç bile duyuyor olabilirsiniz. Ama artık değil. Lütfen bu konuda yalnız olmadığınızı hatırlayın. HEPİMİZİN öyle ya da böyle çeşitli korkuları ve yetersizlik endişeleri var. Tanıdığınız ünlü ve başarılı kişileri düşünün. Evet, onlar bile sizinle aynı korku ve endişeleri taşıyor. Şimdi lütfen benimle birlikte söyleyin: Bu korkumun beni endişelendiriyor olması normal. Şimdi bunu hissedin. Bütünüyle deneyimleyin. Bu korkunun içinde adeta yüzün. İnanın bu sandığınız kadar kötü değil. Bu korku sizin bir parçanız olabilir, ama sizi kontrol etmiyor. Bir internet kullanıcısının da yazdığı gibi: “Korkuyu hisset ve ona rağmen hareket et.” Nil Gün, kitaplarından birinde bunu çok güzel anlatıyor: “Cesaret, hiç bir şeyden korkmamak değil, korkularına rağmen adım atabilmektir.”
    4) Kendinize şu soruyu sorun: Başıma en kötü ne gelebilir? Genellikle bu sorunun cevabı zannettiğimiz kadar kötü değildir. Yeni bir işe girerseniz başarısız olmaktan mı korkuyorsunuz? Peki başarısız olsanız ne olur? Başka bir iş bulursunuz. Bu durumun üstesinden gelirsiniz. Yaşamaya devam edersiniz. Etkilendiğiniz bir kadın / erkek tarafından reddedilmekten mi korkuyorsunuz? Diyelim ki sizi reddetti. Peki ne olur? Yaralarınızı sarar, kendinize daha uygun biri ile karşılaşır ve hayatınıza devam ederdiniz. Tamamen parasız kalmaktan mı korkuyorsunuz? Tüm varlığınızı kaybetseniz ne olur? Harcamalarınızı kısar, belki eş dosttan geçici olarak maddi destek istersiniz. Bir şekilde para kazanmanın yolunu bulursunuz. Yaşamaya devam edersiniz.
    5. Harekete geçin ve yapın. Tekrar ediyorum: “Korkuyu hissedin ve ona rağmen harekete geçin.” Korkuyu yenmek için yapmanız gereken tek şey harekete geçmektir. Sürekli olarak çıkış yolunu düşünmek değil, harekete geçmek. Tıpkı iskelenin başında durup suya atlayıp atlamamayı düşündüğümüz gibi. Düşünmeyin, atlayın! Bu inanın müthiş bir his. Zamanında (ve bazen hala) topluluk önünde konuşmaktan çok çekiniyordum. Ama buna rağmen yine de kalkıp konuşuyorum. Ve istisnasız her seferinde kendimi çok iyi hissediyorum. Şimdiye kadar hiç yüzüme domates veya yumurta yediğim de olmadı.
    6. Kendinizi mücadeleye hazırlayın. Bir konuda rakibiniz olan biriyle mücadeleye gireceğiniz zaman kendinizi hazırlarsınız değil mi? Hayali silahlarınızı kuşanır, bir mücadele planı hazırlar ve kendinizi geliştirirsiniz. Korkunuzla vereceğiniz mücadelede de aynı şeyleri yapın. Eğer bir müzisyen veya sporcu olmak istiyorsanız ve başarısız olmaktan korkuyorsanız…pratik, pratik ve daha fazla pratik yapın. Ardından bir gelişim planı oluşturun, bu planı gerçekleştirmek için gereken tüm yetenekleri ve bilgiyi elde edin. Sonra pratik yapmaya devam edin. En sonunda da gidin ve bu planı uygulamaya koyun.
    7.  O 'anda' kalın. Başarısız olmak, reddedilmek, terk edilmek veya benzeri korkular tamamen gelecek zamana ait korkulardır. Şu anda ne olduğu değil, gelecekte ne olabileceği hakkında endişe yaşarız. Bunun yerine, gelecekle ilgili tüm düşüncelerinizi bir kenara bırakın. Hatta geçmişte yaşanan başarısızlık ve hatalarınızla ilgili düşüncelerinizi de bir kenara bırakın. Sadece şimdiki ana odaklanın. Korkularınızı yenmek ve hayallerinizin peşinden koşmak için “şimdi” bir şeyler yapın ve ileride ne olabileceği düşüncelerini bir kenara bırakın. Kendinizi geçmiş veya gelecekle ilgili düşünceler içinde bulursanız, önce derin bir nefes alın, ardından nefesinizi verirken kendinizi şu an içinde bulunduğunuz ana ve yapmakta olduğunuz şeye odaklayın.

    8. Küçük adımlar. Korkunuzu bir anda yenmeye, ve hayat amacınızı hemen gerçekleştirmeye çalışmak bizi ilk başlarda oldukça zorlayabilir. Bu yüzden küçük adımlar atarak başlayın. Adeta ufak bir çocuk gibi minik adımlar atın. Burada önemli olan, yapabileceğinizden emin olduğunuz bir adımı atmaktır. Çünkü bu boy bir adımı atabileceğimizden emin oluruz. Her ne kadar küçük olursa olsun, bu adımı atmış olmak bizi mutlu eder ve bizi bir adım daha atmaya teşvik eder. Bunu sürekli yapın ve bir süre sonra göreceksiniz ki o küçük adımları ata ata kocaman bir tepeyi aşmışsınız.
    9. Her başarınızı kutlayın! Ne kadar küçük olurlarsa olsun, doğru yaptığınız her bir şey için kendinizi kutlayın. Ardından, bu kutlama ile gelen başarı hissi bir sonraki adımınızı atmak için sizi teşvik etsin. Her bir küçük başarınızı bir sıçrama tahtası olarak kullanın ve sizi daha da yükseltmesini sağlayınhttp://www.alperrozanes.com/korkularimizi-yenmek-icin-9-adim/
       Yine de şüpheler ve korkular yaşantınızı zorlaştırıyorsa mutlaka yapmanız gerekenleri kendi yaşamınıza göre belirlerken yardım alın bunu tek başına hallederim diye düşünmeyin. En kısa zamanda bu bağımlılığı çözmeye kararlı olun ve yapılacaklar listesinde ilk başa ekleyin. Başkasının hayatını idare etmeyi değiştirmeyi kontrol etmeyi bir an önce bırakıp onun yerine kendinize odaklanın. Kendi problemlerinize gereksinmelerinize bakın bunları tanıyın ve önemseyin. Kendi yaşamınızı zenginleştirin; kurs hobi yeni gruplar edinin. Mutlaka spor yapmaya çalışın temiz havada 20 dakikalık bir yürüyüş hem ruh sağlığınızı geliştirecek hem de vücudunuzu sevmenizi kendinizi beğenmenizi sağlayacaktır. Bir insana 'yapışık' olmaktan vazgeçmek için inatla çaba gösterin. Varlığınızı kimseye bağlı kılmayın. Daha bencil olmaya zorlayın kendinizi. İçinizdeki yalnız kalmaktan korkan çocuk ile kontakt kurun ona ihtiyacı olan güvenceyi verin ona mektup yazın ona kulak verin onunla birlikte güçlü olun. Koruyucu / kurtarıcı veya kurban / zavallı rollerini oynamaktan vazgeçin. En önemlisi söyleyin sevdiklerinize neyi istemediğinizi beğenmediğinizi bunu yapmaktan korkuyorsanız sadece deneyin bir kere. Başarı elde etmek için şans verin kendinize.

    Ve unutmayın ki dünyada sizden bir tane daha yok. Kıymetinizi önce kendiniz bilin :)