3 Aralık 2013 Salı

Sessiz ve derinden: HİPOGLİSEMİ

Bugün incelemek istediğim konuyu ilk olarak üniversitede, sporcu beslenmesi dersinde duymuştum. Halk arasında bilinen şekliyle, yediğimiz yemeklerin ilk etapta fazla enerjik bir bünye yaratıp sonrasında tamamen halsiz bıraktığı, kan şekerini yükseltip birden düşürdüğü için enerjimizi tamamen yanlış yönlendirdiğimiz şeklinde aklımda kalmıştı.

Şahsen, beslenme şeklim çocukluğumdan bu yana fazla tatlı ve fazla kalorili yiyeceklerden oluştuğu için pek farkına varmadığım hipoglisemi, spor yapmadığım ve hızlı kilo değişimlerim sırasında tahlillerde boy gösterdi.
Nasıl önleyebileceğim ve kendime nasıl dikkat edebileceğim konusunda fazlasıyla bilinçli olduğum için şanslı sayılabilirim. Fakat aynı sorunu yaşayan birçok insan, bunun farkında bile olamıyor.

İşlenmiş ve doymuş yağ oranı yüksek, günümüz hazır gıdaları  besin değerini yitirdiği ve eskisi kadar organik olmadığı için insan vücuduna gerekli desteği sağlayamıyor ve sessiz düşman ve hastalıklar olarak ilerleyen yaşlarda karşımıza bir bir çıkabiliyor.
Günün araştırma konusu sağlık üzerine olduğu için önce hekim-diyetisyen ve tahlillerinize dikkat edin daha sonrasında da kendinizi asla ihmal etmeyin dileklerimle güne devam ediyorum...

NEDİR?
Hipoglisemi, “kan şekerinin düşmesi” anlamına geliyor. Kanımızdaki şeker seviyeleri zaten sabit bir rakamda çakılı kalmıyor. Son derece değişken. Biyolojik ihtiyaca ve açlık-tokluk durumuna göre inip çıkabiliyor. Örneğin yemeklerden sonra 150’li rakamları geçiyor. Sonra 1-2 saat içinde, yeniden 100’lü rakamların altına iniyor. Eğer bu arada yeni bir şeyler atıştırmadıysanız son yediğiniz yemekten sonraki 5-8 saat arasında %80-90 mg/dl arasında gidip geliyor. Bu rakam 70’lere yaklaşır, hele hele daha da diplere vuracak olursa enerji ihtiyacını karşılayacak kadar şekeri bulamayan beynimiz –beynimizin tek enerji kaynağı kandaki şekerdir, beyin düşünürken, uyurken, rüya görürken enerji kaynağı olarak şekeri kullanır- bize otomatik olarak şu talimatı gönderir: “Benim enerjiye ihtiyacım var, kandaki şeker bana yetmiyor, git, bir şeyler ye, kan şekerini arttır!”. Biz de bu davete –zaten dünden hazır olduğumuzdan ve beyinden gelen uyarıyı “acıkma” olarak hissettiğimizden- hemen icabet ediyor, gidip bir şeyler yiyip kan şekerimizi yeniden yükselmeye çalışıyoruz. Şekerimiz normalde dönünce beynimiz keyiflenmeye başlıyor. Tatlı şeyler yiyip içince mutlu olmamız, kendimizi daha iyi hissetmemiz bundandır. Eğer beynimizden gelen uyarıları ciddiye almaz, kan şekerimizin düşmesine rağmen –hele hele 60’lı rakamların altına düşmesine rağmen- bir şeyler yiyip içerek durumu düzeltmeyi ihmal edecek olursak tüm bedenimiz ama öncelikle de beynimiz “şeker azlığına” isyan etmeye, tepki göstermeye, “şeker açlığı/yoksunluğu” belirtileri göstermeye başlıyor. Bu durumda ortaya çıkan işaretlere “hipoglisemi belirtileri” diyoruz.

NE ZAMAN TEHLİKELİ?
Hemen belirtelim ki ciddi bir kan şekeri düşmesinden, yani bir “klinik hipoglisemi”den bahsedebilmemiz için şekerimizin 50’li rakamları görmesi, hatta daha altına bile inmesi gerekiyor ama pratikte durum pek böyle değil. Değil çünkü her beden farklıdır, her insan biriciktir, herkesin metabolizması değişiktir, “herkesin hipoglisemisi kendine, hipoglisemik belirtileri ve şikâyetleri şahsına özgü”dür. Kimi insan şekeri daha 80’lerin altına iner inmez şiddetli tepkiler gösterirken, kimi de kan şekeri 50’li, hatta 40’lı rakamları gördüğünde bile bana mısın demez, tepki vermez. Hipoglisemiye verilen yanıtların farklı olması yalnızca genetik, biyolojik, metabolik farklılıklardan da kaynaklanmaz. Şekerin düşme sürati de çok önemlidir. Düşme ne kadar hızlıysa belirtiler o kadar şiddetlidir.

BELİRTİLERİ NELER?

Doktorlar hipoglisemi belirtilerinin kişiden kişiye değişebileceğini, çok farklı, yanıltıcı ve karmaşık işaretlerin ortaya çıkabileceğini iyi bilirler. Mesela bazı hastalar hipoglisemiye, yani “beynin şeker açlığı”na kafa karışıklığı, sersemlik, baş dönmesi, baş ağrısı, odaklanma güçlüğü, unutkanlık, kaygı hali gibi sersemliğin, düşünsel karmaşıklığın ön planda olduğu depresif/baskılanmış belirtiler verirken, bazıları da “sinirlilik, gerginlik, ani öfkelenme atakları, kızgınlık, agresif davranışlar, panik belirtileri” şeklinde yanıt verebiliyor. Ama belirtiler ne olursa olsun ağır bir hipoglisemi durumu eğer süratle tedavi edilmezse önce uyku eğilimine, sonra da komaya kadar gidebilen bilinç kaybına yol açıyor ki bu son duruma “hipoglisemi koması” diyoruz. Daha da enteresan olanı, hipoglisemi bazen çok silik seyredebiliyor. Bu gibi durumlarda akla gelip araştırılmıyor ve farkına varılmıyorsa kronik bir baş ağrısının, hatta bir depresyonaun tetikleyicisi de olabiliyor. Zaten bu yüzden de bazı hastalar ancak yıllar sonra yapılan bir hipoglisemi araştırmasından sonra teşhis ediliyor.

NETİCE...
HİPOGLİSEMİ ataklarının hipnoza yol açıp açmayacağını bilmiyoruz, daha doğrusu “hipnoz-hipoglisemi” ilişkisi hakkında net bir fikrimiz yok. Ama hipoglisemi nöbetlerinin önemli olduğunu, tekrarlayan hipoglisemi ataklarının özellikle yaşlı insanlarda bellek, konsantrasyon, uyanıklık hali, dikkat, yani beynin çeşitli fonksiyonlarını yıpratabileceğini çok iyi biliyoruz. Zaten bu nedenle de özellikle yaşlıların sık sık hipoglisemi atakları geçirmelerinden hiç ama hiç hoşlanmıyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki her hipoglisemi atağı beyin için ciddi bir travmadır. Eğer yukarıda saydığım belirtilerden muzdaripseniz ve bu belirtilerin açlığınızla, tokluğunuzla, yiyecek içecek seçimlerinizle ilişkili olduğunu düşünüyorsanız basit ve ucuz bir araştırma olan hipoglisemi incelemesinden geçmenizi tavsiye ederim.

NE YAPMALI? NELER YEMELİ?
ÜZÜLEREK belirtelim ki, nadir bazı durumlar dışında hipogliseminin köklü bir tedavisi yoktur. Kişilerin tedaviye değil, sorunu yönetmeyi öğrenmeleri gerekir. Bunun yolu da önce beslenme sistemini yeni baştan düzenlemekten geçer. Hipoglisemiklerin neleri yiyip içebilecekleri ve nelere ellerini bile süremeyeceklerini öğrenmeleri çok ama çok önemli bir noktadır. Öğün atlamamaları, uzun süre aç kalmamaları çok mühimdir. Ayrıca sık sık yiyerek, hele hele ara öğün alacağım diyerek bisküvi, kraker, meyve suları vs. gibi hatalı atıştırmalıkları yiyip içerek hipoglisemilerini kontrol etmeleri mümkün değildir. Hipoglisemik biriyseniz eğer ara öğününüzün ya proteinli bir yiyip içecek –yoğurt, ayran, süt, peynir- ya da fındık, ceviz, badem, elma, portakal gibi az şekerli bir meyve olması gerekir. İsterseniz hipoglisemiyi tahrik edebilecek besinleri de bir kenara not edelim: Bal, reçel, pekmez, meyve suları (her türlüsü), meşrubatlar, gazlı kolalı içecekler, şeker miktarı fazla her türlü besin, tatlılar, un ve pirinçten imal edilmiş besinler, fırın pastane ürünleri, un ve şekerle yapılan tatlılar, 1-2 dilimden fazla beyaz ekmek, cipsler, bisküvi, grisini, kraker, gofret ve benzeri atıştırmalıklar...

Yedikçe yiyorsanız hemen doktora gidin
HİPOGLİSEMİNİN işaretleri tabiî ki sadece beynin şeker ihtiyacının yeterince karşılanamamasına gösterdiği tepkilerle sınırlı değil, daha pek çok işareti var. Mesela çok sık acıkmanızın, daha yemekten bir iki saat geçmeden yeniden bir şeyler atıştırmaya ihtiyaç duymanızın nedeni hipoglisemi olabilir. Tatlı krizleri yaratabilir, yedikçe yemenize, hatta bazen yeme duygunuzu kaybetmenize sebep olabilir.

TEŞHİSİ KOLAY

Eğer çok hızlı yemek yiyorsanız –hatta bazen çiğnemeden yutma noktasına bile varabiliyorsanız- ve ardından terleme atakları, uyuklama nöbetleri yaşıyorsanız bunların da hipoglisemi ile ilişkili olabileceğini unutmayın. Ayrıca hipoglisemi sizi ekmek, pirinç, çörek, börek bağımlısı da yapabiliyor. Bu gibi belirtilerden yakınanların hemen ilk fırsatta “acaba bende de hipoglisemi var mı?” sorusuna cevap araması gerekiyor. Hipogliseminin teşhisi kolaydır. Sabah kalkınca açlık şekerine bakmak ve sonra bir test yemeği yiyerek birkaç saat süre ile kandaki şeker ve insülin seviyelerini ölçmek yeterlidir. Bazı durumlarda hipoglisemiye yol açabilecek sağlık sorunlarını da araştırmak gerekebilir. Böyle durumlarda daha ileri araştırmalar da yapılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder