6 Aralık 2013 Cuma

Bırrrrr Cuma

Belki daha önce aynı başlıkla bir yazım vardır, (Bu cuma başlığının tek farkı soğuk olması) hatırlamıyorum amma velakin insanın özellikle ''bugün cuma, yaşasın haftasonu, ohh bu hafta da bitti'' şeklinde sevinç çığlıkları atası geliyor. Zamanın bukadar çabuk geçmeini isteyen de birtek benim sanırım. Halbuki günler biterken ömür de geçiyor farkında değilim...

Gençlik, güzellik, enerji, bol para, temiz hava, güzel gıdanın birgün sonu geliyor elbette ama önemli olan bugünü yaşamaksa ben hızlı hızlı yaşamak istiyorum işte :)
Hayatımda az insan çok mekan , aklımda yaptığım için pişman olmadan geçen günlerim olsun istiyorum. Bu istekler kişiden kişiye elbette farkeden olgulardır. Ama ben pişmanlık yaşamadan emin adımlarla ve artık sadece ileriye bakarak yaşamaya çalışıyorum.

Önümüz malum, soğuk kış günlerinin başlangıcı...Karda kışta çamurda geçirilecek günlere hazırım çünkü biliyorum ki evde bulunduğum zamanlar daha anlamlı olacak. Battaniye altı çay-kahve-baileys eşliğinde dizi-film-müzik keyfini sevdiklerimle paylaşacağım. Her kış yaptığım gibi kayağa gidip enerjimi bembeyaz karlara bırakıp bol bol acıkacağım :) En güzel boğaz manzaralarından kar yağışını izlerken sıcak sahlepimi yudumlayıp bol bol fotograf çekeceğim. Tabiki şimdi bunları bir plan gibi sıraladım ancak spontane olarak yaşanacak kimbilir kaç yeniliğe de kucak açacağım...
Tüm bu saydıklarım kulağa çok hoş gelsede ben soğuk havayı ve kış aylarını resmen sevmeyen bir insanım. Elimde olsa her sene güney yarım küreye kaçar yazın geri dönerim :)
Çünkü yazın tam göbeğinde doğan bir insanın kış aylarında ne denli rahat olabileceği tartışılır. Sisli,karanlık ve yağışlı havalardaki ruh halim ve durmadan hastalanmaya müsait bünyem değişirse, bunun acısını kesin herkesten çıkarırım, vay sevenlerimin haline :)

Oysaki haftasonu kar yağışı uyarılarına rağmen bugün ortaya çıkan açık hava beni mutlu etmeye yetti. Öğlen yemeğinde bol güneş alan bir AVM'de yemek yerken (kapalı alanları kesinlikle sevmiyorum)  , herkesin bayılarak kullandığı ama benim birtürlü sevemediğim alışmaya çalışarak alay konusu olduğum yeni cep telefonumla  geçirdiğim günüm, diğerlerinden farklı bir cuma olduğu için bana mutluluk verebiliyor :)

Kışa girerken kendinizi mutlu etmek için herşeyi hazırlayın. Sahlep, boza, en yeni DVD'ler, sıcacık tutan pamuklu giysiler ve rengarenk şallar gibi kışı anımsatan ürünler de başlangıç için fena sayılmaz.
Benden tavsiye, bu yazıyı okurken sıcak ve güzel günleri anımsayın, haftasonu da kendizi sağlam tutun zira zorlu kış şartları heran kapınızı çalabilir,..

Sevgiyle ve sıcacık kalmanız dileğiyle hoşçakalın...

5 Aralık 2013 Perşembe

Tasarım Masarım

Güüünaaaydın :)
Bu sabah güne en sevdiğim renklerde ve en sevdiğim övgülerle başladım. Övgülerden kastım, yaptığım işlerin yada başarılarımın takdir edilme kısmından bahsediyorum. Yoksa şişirme iltifatlara karnım tok çok şükür !

Üzerimdeki kıyafetleri ben tasarladığım için ve bu özelliğimi bilen arkadaşlarımın-müdürlerimin bunu farketmesiyle beraber burdan da yazmak istedim.
Evde boş bulunduğum herzaman ev işleri ve el işleri arasında kendimi oyaladığımı kilimcinin kör oğlu bile bilir :)
Takı tasarlamak, dikiş dikmek, kumaş boyamak ve mevcut elbiseleri kesip-parçalamak en bilindik hobilerimdir. Bu huyumu malesef henüz ticarete dökemedim yada eğitimini alıp kendimi profesyonelleştiremedim. Herkeste olan ve ortalarda aynı elden çıkmışçasına dolaşan ürünleri oldum olası sevmedim, sevemedim.
Vakti zamanında, liseyi hazır giyim-moda bölümünü kazanmış bir insan olarak üniversiteye devam etmemiş olmak ne tür bir kayıptır bilinmez ama üniversiteden sonra da İtalya'da moda eğitimi almak yerine Amerika'da dil bölümünü tercih ettim.

Anlayacağınız benim moda bilgim çocukluğumdan beri bulduğum her parçadan Barbie bebeklerime aklıma gelen herşeyi dikmekle ve kendime enterasan ürünler tasarlamakla sınırlı kaldı. Bazen eşime dostuma hediye edilebilecek ufak şeylerde yapıyorum ama ısrarcı tutumlarla değil kendi halime bırakıldığımda yaratıcılığım tutuyor nedense...

Bugün üzerimdeki pantalonun modeli, paçasındaki deseni ve hırkamdaki objelerin dikimi tamamen bana ait. Evde herkesin kolaylıkla yapabileceği türden ve heryerde kolaylıkla bulunabilecek objelerden oluşuyor. Eğer evinizde ''Her genç kızın rüyası Singer dikiş makinası''da varsa işiniz bir hayli kolaylaşıyor =)

Yapılması gereken iş sadece,  alternatifi bol olan tuhafiye yada hobi dükkanlarından kesilmiş yada kendi zevkinize göre şekillendirebileceğiniz keçeler, pantalon yada bluz kenarlarına dikmek için inceli-kalınlı şeritler, ve yazlık yada kışlık olmak üzere alacağınız kumaşlara kalıyor.

Farklılığı seven ve aynı ürünlerden sıkılan herkese, keyifli ve yararlı uğraşlarla geçirecekleri günler dilerim...


4 Aralık 2013 Çarşamba

Ms. Leg leg

Farkettim de simdiye kadar bircok konuyu arastirmisim, örekleri kendi hayatımdan verip alternatiflerini de sunmuşum fakat hiç tüyo vermemişim :)  (belkide tüyolara pek inanmadığım kişiden kişiye değişebilecek konularda bilirkişi gibi davranmayı sevmediğim içindir)

Bugün arkadaşlarımla sohbet ederken uzun bacak boyumun zaman zaman alay konusu olduğunu görünce de birkaç ipucuyla uzun görünmek isteyenlere tüyolar buldum. (Biraz daha bekleseydin sırf bacak doğabilirdin diyen bile var) Şimdi tüyoları paylaşıyorum ki mini etek giydiğim zaman sopa üstünde yürüdüğümü sanmasınlar ! Sevgilim kızmasın, babam kızdırmasın, kızlarda kıskanmasın diye bile olabilir aslında :))

Bu basit tüyolarla dileyenlerin de bacakları ince ve uzun gözükecekmiş...
Kısa bot yerine çizme tercih edin
Boyunuz kısaysa bilekte biten botlar sizi daha kısa gösterir. Bu yüzden diz kapağınızı aşmayacak yükseklikteki çizmeler bacaklarınıza daha uzun bir görüntü verecektir.
Kıyafetinizin belini gösterin
Bluzlarınızı dışarı bırakmak yerine bellinizi gösterecek şekilde içeri katlarsanız, kıyafetinizin nerede başladığı gözükecektir. Böylece, bacaklarınızı daha uzun gözükür.
Dikine çizgiler
Dikine çizgiler, göz yanılsamalarına neden olduğu için daha uzun gözükmenizi sağlayacaktır. Etek veya pantolon alırken desen olarak dikine çizgileri tercih edebilirsiniz.
Yüksel belli mini etekler
Yüksek belli etekler, bacak boyunuzun başlangıç noktasını daha yukarda gösterdiği için bacaklarınız daha uzun gözükecektir. Aynı zamanda kısa etekler, bacaklarınızı ön plana çıkartığı için aynı görevi görür. Eteğin boyu, bacağın nerede başladığını saklar, özellikle de kalem etekleri tercih ederseniz, bacaklarınızın olduğundan çok daha uzun görünmesini sağlayabilirsiniz.
Ten rengi ayakkabı
Ten rengi ayakkabı giydiğinizde ayakkabının nerede başlayıp, bacağın nerede bittiğini belli etmez. Ten rengi ayakkabılar teninizle uyum gösterdiği için bacakları daha uzun gösterir.
Uzun paça pantolon
Pantolon paçanızın boyu çok önemlidir. Bol paça pantolonları topuklularla giydiğinizde topuk boyu belli olmadığı için bacaklarınız uzun gözükür. Dar pantolonlarda uzun paça kullanmaktansa bol paçalarda tercih edin. Doğru boy, ayakkabınızı tamamen kapatan boydur. Eğer daha uzun olursa, paçalarınızda katlar oluşur ve bu sizi uzun göstermek yerine kısa gösterir. Aynı şekilde bel boyunu yüksekte seçebilirsiniz. 
Renkleri Kullanın
Giyeceğiniz ayakkabıyı, pantolon veya çorabınızın rengine göre seçin. Tek renk olacak kıyafetiniz ve ayakkabınız bacak boyunuzu daha uzun gösterecektir. Eğer siyah pantolon veya çorap giyecekseniz farklı renk yerine siyah ayakkabı tercih edin farklı renkler bacak boyunuzu kesik kesik gösterir, tek renk ise bütün bir görüntü oluşturacağı için bacaklarınız uzun görünecek. Koyu renkler her zaman bacağınızı daha ince gösterecektir.

3 Aralık 2013 Salı

Sessiz ve derinden: HİPOGLİSEMİ

Bugün incelemek istediğim konuyu ilk olarak üniversitede, sporcu beslenmesi dersinde duymuştum. Halk arasında bilinen şekliyle, yediğimiz yemeklerin ilk etapta fazla enerjik bir bünye yaratıp sonrasında tamamen halsiz bıraktığı, kan şekerini yükseltip birden düşürdüğü için enerjimizi tamamen yanlış yönlendirdiğimiz şeklinde aklımda kalmıştı.

Şahsen, beslenme şeklim çocukluğumdan bu yana fazla tatlı ve fazla kalorili yiyeceklerden oluştuğu için pek farkına varmadığım hipoglisemi, spor yapmadığım ve hızlı kilo değişimlerim sırasında tahlillerde boy gösterdi.
Nasıl önleyebileceğim ve kendime nasıl dikkat edebileceğim konusunda fazlasıyla bilinçli olduğum için şanslı sayılabilirim. Fakat aynı sorunu yaşayan birçok insan, bunun farkında bile olamıyor.

İşlenmiş ve doymuş yağ oranı yüksek, günümüz hazır gıdaları  besin değerini yitirdiği ve eskisi kadar organik olmadığı için insan vücuduna gerekli desteği sağlayamıyor ve sessiz düşman ve hastalıklar olarak ilerleyen yaşlarda karşımıza bir bir çıkabiliyor.
Günün araştırma konusu sağlık üzerine olduğu için önce hekim-diyetisyen ve tahlillerinize dikkat edin daha sonrasında da kendinizi asla ihmal etmeyin dileklerimle güne devam ediyorum...

NEDİR?
Hipoglisemi, “kan şekerinin düşmesi” anlamına geliyor. Kanımızdaki şeker seviyeleri zaten sabit bir rakamda çakılı kalmıyor. Son derece değişken. Biyolojik ihtiyaca ve açlık-tokluk durumuna göre inip çıkabiliyor. Örneğin yemeklerden sonra 150’li rakamları geçiyor. Sonra 1-2 saat içinde, yeniden 100’lü rakamların altına iniyor. Eğer bu arada yeni bir şeyler atıştırmadıysanız son yediğiniz yemekten sonraki 5-8 saat arasında %80-90 mg/dl arasında gidip geliyor. Bu rakam 70’lere yaklaşır, hele hele daha da diplere vuracak olursa enerji ihtiyacını karşılayacak kadar şekeri bulamayan beynimiz –beynimizin tek enerji kaynağı kandaki şekerdir, beyin düşünürken, uyurken, rüya görürken enerji kaynağı olarak şekeri kullanır- bize otomatik olarak şu talimatı gönderir: “Benim enerjiye ihtiyacım var, kandaki şeker bana yetmiyor, git, bir şeyler ye, kan şekerini arttır!”. Biz de bu davete –zaten dünden hazır olduğumuzdan ve beyinden gelen uyarıyı “acıkma” olarak hissettiğimizden- hemen icabet ediyor, gidip bir şeyler yiyip kan şekerimizi yeniden yükselmeye çalışıyoruz. Şekerimiz normalde dönünce beynimiz keyiflenmeye başlıyor. Tatlı şeyler yiyip içince mutlu olmamız, kendimizi daha iyi hissetmemiz bundandır. Eğer beynimizden gelen uyarıları ciddiye almaz, kan şekerimizin düşmesine rağmen –hele hele 60’lı rakamların altına düşmesine rağmen- bir şeyler yiyip içerek durumu düzeltmeyi ihmal edecek olursak tüm bedenimiz ama öncelikle de beynimiz “şeker azlığına” isyan etmeye, tepki göstermeye, “şeker açlığı/yoksunluğu” belirtileri göstermeye başlıyor. Bu durumda ortaya çıkan işaretlere “hipoglisemi belirtileri” diyoruz.

NE ZAMAN TEHLİKELİ?
Hemen belirtelim ki ciddi bir kan şekeri düşmesinden, yani bir “klinik hipoglisemi”den bahsedebilmemiz için şekerimizin 50’li rakamları görmesi, hatta daha altına bile inmesi gerekiyor ama pratikte durum pek böyle değil. Değil çünkü her beden farklıdır, her insan biriciktir, herkesin metabolizması değişiktir, “herkesin hipoglisemisi kendine, hipoglisemik belirtileri ve şikâyetleri şahsına özgü”dür. Kimi insan şekeri daha 80’lerin altına iner inmez şiddetli tepkiler gösterirken, kimi de kan şekeri 50’li, hatta 40’lı rakamları gördüğünde bile bana mısın demez, tepki vermez. Hipoglisemiye verilen yanıtların farklı olması yalnızca genetik, biyolojik, metabolik farklılıklardan da kaynaklanmaz. Şekerin düşme sürati de çok önemlidir. Düşme ne kadar hızlıysa belirtiler o kadar şiddetlidir.

BELİRTİLERİ NELER?

Doktorlar hipoglisemi belirtilerinin kişiden kişiye değişebileceğini, çok farklı, yanıltıcı ve karmaşık işaretlerin ortaya çıkabileceğini iyi bilirler. Mesela bazı hastalar hipoglisemiye, yani “beynin şeker açlığı”na kafa karışıklığı, sersemlik, baş dönmesi, baş ağrısı, odaklanma güçlüğü, unutkanlık, kaygı hali gibi sersemliğin, düşünsel karmaşıklığın ön planda olduğu depresif/baskılanmış belirtiler verirken, bazıları da “sinirlilik, gerginlik, ani öfkelenme atakları, kızgınlık, agresif davranışlar, panik belirtileri” şeklinde yanıt verebiliyor. Ama belirtiler ne olursa olsun ağır bir hipoglisemi durumu eğer süratle tedavi edilmezse önce uyku eğilimine, sonra da komaya kadar gidebilen bilinç kaybına yol açıyor ki bu son duruma “hipoglisemi koması” diyoruz. Daha da enteresan olanı, hipoglisemi bazen çok silik seyredebiliyor. Bu gibi durumlarda akla gelip araştırılmıyor ve farkına varılmıyorsa kronik bir baş ağrısının, hatta bir depresyonaun tetikleyicisi de olabiliyor. Zaten bu yüzden de bazı hastalar ancak yıllar sonra yapılan bir hipoglisemi araştırmasından sonra teşhis ediliyor.

NETİCE...
HİPOGLİSEMİ ataklarının hipnoza yol açıp açmayacağını bilmiyoruz, daha doğrusu “hipnoz-hipoglisemi” ilişkisi hakkında net bir fikrimiz yok. Ama hipoglisemi nöbetlerinin önemli olduğunu, tekrarlayan hipoglisemi ataklarının özellikle yaşlı insanlarda bellek, konsantrasyon, uyanıklık hali, dikkat, yani beynin çeşitli fonksiyonlarını yıpratabileceğini çok iyi biliyoruz. Zaten bu nedenle de özellikle yaşlıların sık sık hipoglisemi atakları geçirmelerinden hiç ama hiç hoşlanmıyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki her hipoglisemi atağı beyin için ciddi bir travmadır. Eğer yukarıda saydığım belirtilerden muzdaripseniz ve bu belirtilerin açlığınızla, tokluğunuzla, yiyecek içecek seçimlerinizle ilişkili olduğunu düşünüyorsanız basit ve ucuz bir araştırma olan hipoglisemi incelemesinden geçmenizi tavsiye ederim.

NE YAPMALI? NELER YEMELİ?
ÜZÜLEREK belirtelim ki, nadir bazı durumlar dışında hipogliseminin köklü bir tedavisi yoktur. Kişilerin tedaviye değil, sorunu yönetmeyi öğrenmeleri gerekir. Bunun yolu da önce beslenme sistemini yeni baştan düzenlemekten geçer. Hipoglisemiklerin neleri yiyip içebilecekleri ve nelere ellerini bile süremeyeceklerini öğrenmeleri çok ama çok önemli bir noktadır. Öğün atlamamaları, uzun süre aç kalmamaları çok mühimdir. Ayrıca sık sık yiyerek, hele hele ara öğün alacağım diyerek bisküvi, kraker, meyve suları vs. gibi hatalı atıştırmalıkları yiyip içerek hipoglisemilerini kontrol etmeleri mümkün değildir. Hipoglisemik biriyseniz eğer ara öğününüzün ya proteinli bir yiyip içecek –yoğurt, ayran, süt, peynir- ya da fındık, ceviz, badem, elma, portakal gibi az şekerli bir meyve olması gerekir. İsterseniz hipoglisemiyi tahrik edebilecek besinleri de bir kenara not edelim: Bal, reçel, pekmez, meyve suları (her türlüsü), meşrubatlar, gazlı kolalı içecekler, şeker miktarı fazla her türlü besin, tatlılar, un ve pirinçten imal edilmiş besinler, fırın pastane ürünleri, un ve şekerle yapılan tatlılar, 1-2 dilimden fazla beyaz ekmek, cipsler, bisküvi, grisini, kraker, gofret ve benzeri atıştırmalıklar...

Yedikçe yiyorsanız hemen doktora gidin
HİPOGLİSEMİNİN işaretleri tabiî ki sadece beynin şeker ihtiyacının yeterince karşılanamamasına gösterdiği tepkilerle sınırlı değil, daha pek çok işareti var. Mesela çok sık acıkmanızın, daha yemekten bir iki saat geçmeden yeniden bir şeyler atıştırmaya ihtiyaç duymanızın nedeni hipoglisemi olabilir. Tatlı krizleri yaratabilir, yedikçe yemenize, hatta bazen yeme duygunuzu kaybetmenize sebep olabilir.

TEŞHİSİ KOLAY

Eğer çok hızlı yemek yiyorsanız –hatta bazen çiğnemeden yutma noktasına bile varabiliyorsanız- ve ardından terleme atakları, uyuklama nöbetleri yaşıyorsanız bunların da hipoglisemi ile ilişkili olabileceğini unutmayın. Ayrıca hipoglisemi sizi ekmek, pirinç, çörek, börek bağımlısı da yapabiliyor. Bu gibi belirtilerden yakınanların hemen ilk fırsatta “acaba bende de hipoglisemi var mı?” sorusuna cevap araması gerekiyor. Hipogliseminin teşhisi kolaydır. Sabah kalkınca açlık şekerine bakmak ve sonra bir test yemeği yiyerek birkaç saat süre ile kandaki şeker ve insülin seviyelerini ölçmek yeterlidir. Bazı durumlarda hipoglisemiye yol açabilecek sağlık sorunlarını da araştırmak gerekebilir. Böyle durumlarda daha ileri araştırmalar da yapılır.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Maskeli Balo

Hava soğuk, yağmurlu ve karanlık, muhteşem iç açıcı bir pazartesiye merhaba dedik !

Bir müddettir yazmıyordum, bugün girdim baktım, yok yine istemedi canım. Ararştırma yapmaya halim, maske takmak, gamsız davranmak yapımda yok, herşey neyse o !
Zaten kesin grip olurum bu hafta parmaklarıma kadar halsizim, gün geçmek bilmiyor :)

Bu kadar felaket haberinden sonra yarın daha eğlenceli konularla, neşeli ve pozitif ruh haliyle dönmek üzere şimdilik müsade istiyorum.
Beni özleyin anacım :)))