6 Eylül 2013 Cuma

Yükselirken Yalnız Değil miyiz ???

Bahsetmiş miydim bilemiyorum fakat hayatımdaki keskin dönüşlerden ve kararlı seçimlerden biri de iş hayatımdaki sektör değişikliğidir. Spor yöneticiliği bölümü mezunu olmama ve yurtdışında dil eğitimi almama rağmen biraz zorunlu biraz da kaderci hayat tarzım beni kurumsal ama herşeyden önemlisi de bana göre fazla profesyonel olmak zorunda olunan/politik iş yaşamının kollarına bıraktı.

Kadın ağırlıklı şirketimdeki bayan yöneticilere olan hayranlığım itici güç olmalı ki antrenörlük hayatımdan iş kadını çizgisine geçtikten sonraki iş yaşamımda çok zorlanmadım (Kişisel algım-duygusal zekam hariç ! )

Cam Tavan Sendromu’ yani kadınların orta kademe yöneticilikten sonra yükselememesi konusu herzaman gündemde olan ve belkide sorgulandıkça büyüyecek bir problem haline dönüşecek. İş hayatında dümdüz yada başarı grafiği yükselerek giderken bile görünmez engellerin varlığı tartışılamaz...Fakat kadınlar bu süreçte yalnız değilmiş..
      
 Kadınlar kariyer basamaklarını tırmandıkça sayıları azalıyor  yani yönetim kurulu koltuklarında kadın temsili sayısı inanılmaz oranda düşükmüş. Gerçi birçok Avrupa ülkesini geride
bırakmış durumdayız ama bu bir başarı sayılamaz  değil mi?

Mesela IMKB’de bu oran yüzde dokuz, aile üyelerini çıkardığınızda yüzde dörtlere, bağımsız üyelere baktığınızda ise yüzde birlere düşüyormuş Cam Tavan Sendromu 1970’li yıllarda ortaya çıkan bir kavram olmakla beraber önyargılar ve örgütsel kalıplar yüzünden kadınların yönetim pozisyonlarına yükselmeleri önündeki engeller olarak tanımlanmaktadır.

Tavanın cam olmasının esprisi ise karşılaşılan engellerin belirsizliğiymiş. Şöyle ki; yönetim kurulu üyeliği olması da şart değil; devlette, şirketlerde, eğitim kurumlarında hatta kar amacı gütmeyen kuruluşlarda bile yüksek mevkilere kadınların çıkması zor bir olgu olarak görülüyor ve araştırmalar kadınların ancak orta kademe yöneticiliğe kadar yükselebildiğini gösteriyormuş. En büyük 1000 Amerikan şirketi listesini yayınlayan Fortune 1000’de sadece iki firmanın CEO’su kadınmış. İşin ilginç yanı sanki kadınlar da, erkekler de bu konuda hemfikir gibi… Kadınların yönetime yükselmemesi için herkesin geçerli (!) bir nedeni var. Erkekler “Kadınlar vereceğim üst düzey işleri yapamaz” diye düşünebiliyor. Kadınları kişilik, kararlılık ve azim konusunda yetersiz görebiliyorlar, çünkü kadınlar her an eşleri ve çocuklarını ön planda tutuyor.
Erkeklerin bir diğer gerekçesi de gücü ellerinden bırakmak istememeleri…
Bazen de kadınlarla iletişim kurmakta zorluk çektiklerini söylenir. Ne de olsa bir kadın dili, bir de erkek dili var. Bir yatta viski içerek iş ve futbol tartışmak, erkek kulüplerinde iş bağlamak kadınlarla yapabilecekleri bir şey değil. Hala kadınları üye kabul etmeyen ama iş hayatında ciddi etkisi olan kulüpler söz konusu... Kadınlar da kadınları yönetim koltuklarında görmek istemiyor. Birbirlerini çekememe ya da yönetimde tek kadın olma cazibesi ağır basabiliyor. Herkesin geçerli nedeni var da, kadınlar da bazen kendi kariyerlerini bloke ediyor. Toplumsal değerleri sorgulamıyor, bunu içselleştirebiliyor. Mesela ‘Benim kızım gelin olacak, çocuklarına bakacak’ diye yetiştirilen ya da ailesinden evlilik baskısı gören kadınlar iş konusunda kararsızlık ve özgüven eksikliği yaşıyor. Kendini geliştirmedeki gönülsüzlükleri, ne istediğini bilememe halleri, aile imkanlarının kendisine değil erkek kardeşine sunulmasının yarattığı kırgınlıklar, sistemin değişmeyeceği inancı, kariyer zorluklarından kaçma isteği gibi etkenler kariyerlerinde belli bir yere geldikten sonra durmasına neden olabiliyor. Bazen de çocuk doğurmak, işe belli bir süre ara vermek kadının kariyerinde geri gitmesine, sonra tekrar başlamakta güçlük çekmesine ya da olduğu pozisyonda kalmasına neden oluyor. Kadınlar kariyer yaparken sürekli ikilem yaşıyor, evliyseler bu sureçten eşlerinin ve çocuklarının zarar görmesini istemiyorlar. Bu süreçlerde toplumsal kabuller devreye giriyor. Kadınlar erkek tarafından bilinçli olarak sınırlandırılıyor, para kazanan erkekler eşlerinin çalışmayıp sadece kendisi ile ilgilenmesini bekliyor, kadın da ilişkisi bozulmasın diye bunu kabulleniyor. Kadın ve erkeğe eşit eğitim fırsatı sunulmaması ya da kadın ve erkek meslekleri arasında ayrımlar yapılması da nedenler arasında...

Toplum kadınları yönetmeye yönelik mesleklerden (yöneticilik, başkanlık, idarecilik, müdürlük) ziyade, uzmanlık gerektiren işlere (doktorluk, öğretmenlik gibi) yönlendiriyor. Böylece rol modelleri azalıyor. Bu sadece Türkiye’de geçerli bir sorun değil, mesela Japonya’da da eşin ve çocukların daha önemli olduğu gerekçesiyle kadınların terfi etmesine olumsuz bakılıyor. İş yerinde cinsiyet ayrımı yapılmasında örgüt kültürü de önem taşıyor. Erkek odaklı örgüt kültürünün benimsenmesi kadının önünü tıkıyor. Türk bankacılık sektöründe yapılan araştırmaya göre, yöneticilerin çoğu kadın ve erkek yönetici arasında liderlik becerileri açısından fark görmüyor. Fark olduğunu söyleyen yöneticiler ise, kadın yöneticileri erkek yöneticilere göre insani beceriler açısından daha üstün buluyor, iş ve genel performansa yönelik beceriler açısından ise erkek yöneticileri daha performanslı
görüyor.
 
Kadın nasıl yükselir?Kadınların öncelikle kariyerleriyle ilgili farkındalıklarını arttırmaları gerekiyor. Şirket içindeki konumlarını, buradaki kariyer fırsatlarını, kariyer ile elde edecekleri ile kaybedeceklerini doğru analiz edebilmeleri önem taşıyor. Çok çalışmaktan ziyade katma değeri yüksek projeler üreterek dikkat çekmeleri ve bunu doğru bir şekilde lanse edebilmeleri gerekiyor. Şirket içinde rotasyon imkanı varsa farklı alanlarda deneyim kazanmak da yöneticilik yapmak isteyen kadınların önünü açıyor. İyi bir çevre sahibi olmak, çok kişi tanımaktan ziyade karar vericilerle ilişkileri geliştirmek, eğer eğitim eksiği varsa, bunları tespit edip bunun üzerine gitmek kadınların kariyerini olumlu etkiliyor. Eğitim almak daha yüksek ücretler almalarına katkıda bulunuyor. Mesleki becerilerin gelişmesi de kadınları daha özgüvenli, daha kararlı ve istikrarlı kılıyor.

Kadın yönetimi ile ilgili gerçekler
• Araştırmalara göre yönetim kurullarında daha fazla kadın bulunan şirketler daha başarılı.
• Avrupa Birliği’ndeki ülkelerde kadın istihdam oranı yüzde 56 iken, bu rakam ülkemizde yüzde 24’e düşüyor.
• Türkiye’de hala cinsiyete dayalı iş bölümü ve ataerkil zihniyet hakim.
• Kadınlar ülkemizde erkeklerin altı katı daha fazla günlük ev ve bakım işi üstleniyor.
• Kadın iş gücüne talep düşük.
• Kadınlar istihdam edilse bile elverişsiz koşullarda çalışıyor.
• Kız çocuklarının eğitim düzeyi erkek çocukların çok gerisinde kalıyor.
• Kentli kadın iş gücünün ise eğitim düzeyi daha yüksek. Şehirli kadınların yüzde 55’i lise mezunuyken, bu oran şehirli erkeklerde yüzde 40’larda kalıyor.
• Uygun işlerin olmaması ve kadına evine, ailesine de özen gösterebileceği iş modellerinin sunulmaması kadın istihdamını büyük oranda engelliyor, diyor uzmanlar...

Genel anlamda hemfikir olduğum paragraflar haricinde düşüncem ve gözlemim şudur ki; kadınlar eski kadınlar gibi değil. Ayaklarının üstünde maddi-manevi durabilen, aptal bir beraberliktens akıllı yalnızlığı isteyen ve kendi kendine yetebilmeyi başaran çalışanlar günümüz kadınları... Hele birde hırslı olanları var ki.. Onlardan her daim uzak durulmalı :)

Hoşçakalın, başarılı kalın :)
 

5 Eylül 2013 Perşembe

Ertele-me !

Bu raporu yapan kız kör oldu :)

Satış raporlarını hazırlarken bu cümleyle başladığım, kendimi mümkün olduğunca ortamdan soyutladığım, müzik dinleyip bol su içtiğim ve herzamankinden de aceleci olduğum doğrudur... Ay kapanışlarından sonra bu halde olduğum ve bütün departmanı güldürdüğüm için de şirketin resmi delisi seçildim sanırım. Önemli datalar içeren dökümanları hazırlarken kafayı yemek üzere olan arkadaşlarımla bugünkü ruh halimiz bundan ibarettir, korkulmaması gerekir ve geçicidir :))

Ertelemeden hemen yapılması gereken işlerin başında analizlerimiz ve aylık hazırladığımız raporlarımız gelir. Satış datası içerdiği için en erken sürede sunulmalı ve doğruluğundan binlerce kez emin olunmalıdır. Her işin önem derecesi ve öncelik sıralaması farklıdır. Fakat bugün günlerden ''Bu raporu yapan kız kör oldu günleridir :))

Benim için eğlenceli sayılabilecek bir iştir. Sanki oya yapar gibi tek tek işlenir renkli tablolarımın içinde basit, anlaşılır ve ihtiyaca yönelik algısı verilerek şık durması için hazırlanır :)

Tüm bu nedenlerden dolayı bugün sevdiğimiz veya sevmediğimiz işlerin aslında önem derecelerine bağlı olarak ertelenmemesi gerekliliğini dile getireceğim. Çünkü hayat ertelenemye gelmeyeceği gibi küçük sandığınız işler bile ertelenip büyük sorun yumaklarına dönüşebilir...

Araştırmalarıma göre; erteleme ve kaçma davranışının altında çoğunlukla “ya başaramazsam?” duygusu yatıyor. Başaramazsam duygusu bizi ele geçirdiğinde yapmak istediğimiz şeye bir türlü odaklanamıyor ve başlayamıyoruz. Ertelediğimiz içinde zaman yoksunluğu çekiyoruz. Kilo vermek istiyoruz ama başaramayacağız korkusuyla başlayamıyor , bir sonraki hafta kilo vermek için rejim yapacağımıza kendimizi inandırıyor ve erteliyoruz. Önce bir rahatlama duygusuna kapılıyor sonra bir hafta sonra yaşayacağımız stresi düşünüyor ve mutsuz oluyoruz. İş yerinde önemli bir raporu hazırlama görevi bize verildi. Nasıl hazırlayacağımız da söylenmedi. Yanlış yapma ve başarısız olma korkusu ile raporu hazırlamaya bir türlü başlayamıyoruz. Bilmediğimiz anlaşılacak diye etrafımıza sormaya çekiniyoruz. Bu davranış kalıbı çocukluğumuzda yerleşiyor beynimize, çocukken başarız olduğumuz dersleri çalışmayı erteliyor, sadece başarılı olduklarımıza yöneliyoruz. Bunun altında da taktir edilme duygusu yatıyor. Ben ilkokulun bir insanın hayatında en önemli evrelerden biri olduğunu düşünenlerdenim. İlkokul aile dışında en önemli rol modeli olan öğretmenin hayatımıza girdiği dönem. Eğer ilkokul öğretmenimiz bizi başarılarımızdan dolayı taktir ediyor ve gelişmesi gereken yönlerimizi geliştirmek için de yeteri kadar çaba gösteriyorsa biz de yetişkin dönemimizde kendimizi geliştirmek için uğraşıyoruz.
 
Bilerek uygulamamız gereken bazın maddelerin başındada şunlar geliyormuş :
  • Nelerin öncelikli ve acil olduğunu bulun
    Acil işleriniz neler, acil ve önemli olan, acil ve önemsiz olan işleriniz neler? Acil olmayan ne gibi işleriniz var? Bunları belirleyin. Böylelikle acil ve önemli olan işleri en önce yaparsınız. Bundan sonraki işleri erteleseniz bile önemli ve acil olan işleri yapmış olacaksınız.
    • Önce küçük ve hızlı bitirebileceğiniz işlerden başlayın.
      Hızlı bitirebileceğiniz işlerden başlamak size yaptığınız iş ile ilgili bir şeyleri başardığınızı hissettirecektir.
    • Arkadaş yardımı alın.
      İş arkadaşlarınıza sizi kontrol etmelerini söyleyin. Arkadaş baskısı erteleme ile baş etme için etkin bir yaklaşımdır ve işe yarar.
    • Yapılacaklar listesi.
      Eğer organize olamadığınız için erteleme yaşıyorsanız “yapılacaklar” listesi yapın. Bu liste ile işin sıkıcı ve yorucu kısımlarını atlamamış olursunuz.
    • Bir işe bir zaman dilimi içinde odaklanın.
      Aynı anda birkaç iş yapmaya çalışmayın. Bu bölünmenize engel olacaktır.
    • İşleri parçalara bölün.
      Eğer bir iş sizi yorduğu için erteliyorsanız bu işi daha küçük ve yönetilebilir parçalara bölün. Bunun için bir aksiyon planı hazırlamak yardımcı olacaktır.
    • Eğlenmenize bakın.
      Eğer bir iş sıkıcı olduğu için erteliyorsanız, unutmayın ki pek çok erteleyici işi olduğundan daha sıkıcı olarak düşünmektedir. Bunun farkında olarak başlamayı deneyin. Başladığınızda düşündüğünüz kadar sıkıcı olmadığını göreceksiniz.
    • Kendinizi ödüllendirin.
      Bu iş bittikten sonra kendimi… İle ödüllendireceğim. Ödüllendirme, işi bitirme ile ilgili iyi şeyler hissetmenizi sağlayacağından ertelemeyi azaltacaktır.
    diyor Uzman Klinik Psikolog Şeyma Çavuşoğlu (Yetişkin ve Aile Terapisti).

    Bizler de  uygulayabildiğimiz kadar rahat eder veya hayatı daha az sorunla yaşanır kılabiliriz.

    Ben lafımı ortaya koydum artık gerisi size kalmış. Az biraz okuyun araştırın ama bu arada hiçbir işinizi ertelemeyin :)

    Hoşçakalın...

    http://www.psikolojistanbul.com/portfolio/erteleme-ile-basa-cikmanin-yollari/

    4 Eylül 2013 Çarşamba

    Yağmur, yağmur, yağma yağmur...

     Bu sabah 06:00 itibariyle depresyona girdim :)

    Şimdi gülüyorum fakat uyandığımda karanlık ve yağmurlu gökyüzü eşliğinde resmen ağlıyordum 'işe gitmek istemiyorum yataktan kalkmak istemiyorum yaz bitsin istemiyorum diye...

    Okul hayatımın sabahçılık dönemlerinde ise okula gitmek istemezdim ki başarılı bir öğrenci olmama ve hala öğrenci olmak istememe rağmen ! O battaniyeyi utanmasam sınıfa kadar sürüklerdim kucağımda herhalde  sırf vücut ısım değişmesin diye...

    Öyle yada böyle diyeceğim odur ki ben sonbaharı, yağmuru-çamuru, kapalı gökyüzünü ve soğuk havayı sevmiyorum, kendime yakıştırıp enerjimi günlük yaşantıma aktaramıyorum. Benimle zıt olan insanlara da imreniyorum bu nasıl bir hızdır sürekli depresyona girmek-çıkmak arasında diye :)))

    Herşey flu, bulanık sanki sadece siyah beyaz bütün resimler..İçimden bişey yapmak gelmiyor kıyafet seçimim koyu renkler bol ve uzun kollu giysilerden yana gitmeye başlayacak önümüzdeki günlerde. Hatta bugün açık ayakkabı ve yazlık pantolonumla üşüdüğüm için üstüste giyinince pijamalarımla ofise uğramışım gibi hissettim kendimi ! Günlerce evde oturup battaniyenin altında şortum ve t-shirtümle kitap okuyabilirim, müzik dinleyebilirim sanki.

    Gel gelelim bende çalışıyorum ve bu düzenin bir parçası olarak sadece iş hayatımda istikrarı sağlayamadığımda deliriyorum :) Şuan uzun bir tatile çıksam eminim ondan da sıkılıp hava sıcak, boş vaktim çok, alışverişe para yetişmiyor diye ardı ardına mızmızlanırım :)

    İnsanoğlu bu, nerde değilse orayı özlüyor neye sahipse kıymetini bilmeden tam tersini istiyor !

    Haleti ruhiyem böyleyken şuanda olmak istediğin ve beni mutlu edecek bir yer buldum. Şuanda elde edemeyeceğim belki gerçekte olmayan birşeydir ama izlemek bile iyi hissetmeme yetti :) Bir bakın Allah aşkına, linkte paylaşıyorum.
     
    Evet ! Delirdim , ama zaten ben hep geçici deliydim :) Nasılsa sevenlerimin plan ve hayatlarıyla çabucak kendime gelirim...
     
    Hoşça ve sağlıkla kalın...

    3 Eylül 2013 Salı

    Son-Bahar !

    Artık balkon kapısı açık yatılmıyor, klimalı ortamlara da gerek yok gibi...

    Giriş cümlemden de anlaşılacağı üzere yazı bitiriyoruz ve benim ruhum kararmaya başlayacak :( Sanırım en sevmediğim mevsim sonbahar hatta çok eski bir şarkıda da geçen depresif sözler gibi 'neden ayırdın bizi sonbahar ?
    Renkli, neşeli mutlu günler geride kalıyormuş gibi hisseder çoğu insan şu mevsim geçişlerinde hele de yaz bitiminde...
    Bu sonbahara ise biraz enterasan başlıyorum ben mesela geleceğe dair umutlarla...Kalp kırıklıklarının yerini mutlu ve huzurlu günlere bırakacağı yeni oluşumlarla...Biraz sabırlı biraz dik durulduktan sonra yaz da güzel bitiyor kış ta sağlam karşılanıyor diyeceğim birde ama kimse bişey anlamayacak şu cümlelerimden :)
    Şöyle ki; herkes kendi hayatının kırılma noktalarını mevsimlere bölse kesin benimle aynı fikirde olur du bu satırları okurken...

    Neyse ki tüm bunları dünde düşünürken  izinliydim ve denize girip zar-zor açan güneşin tadını çıkarabildim. İstanbula vaktinde dönüp bugün için hazırlıklarımı yapıp uykuya daldığımda ilk üşümemi de yaşadım.Oh kışa ne kaldıki dedim uykumu kaçırdım !

    Ama diyeceğim o ki; bunların hepsi geçici yakında kendimizi sıcak tutacağımız günler gelecek  eğer ki şu mevsim geçişlerine dikkat edersek kafamız ve bedenimiz rahat edecek :)

    Çalıştığım firma ve departmana ait olan 'Doğadan' Çayların çeşitlerinin fazlalığını ve her ihtiyaca karşılık veren alternatiflerini söylememe gerek yok sanırım ( Reklam değil, tecrübeyle sabittir)
    Ben hastalandığım vakit bana tüm çayların karışımı takviyeler yapan arkadaşlarımın adına bende güzel bir sonbahar çayı tarifi vereyim de bu blogta da bir işe yarasın :)
    MALZEMELER
    1 tatlı kaşığı bal
    Bir buçuk tatlı kaşığı toz zencefil
    Yarım limon suyu
    Bir bardak kaynamış su

    HAZIRLANIŞI
    Büyük bir bardağın içine balı ve ve zencefili koyun. Bir kaşıkla karıştırın. Macun kıvamında bir karışım olacaktır. Ardından kaynamış suyu ve limon suyunu karışımın üzerine dökün ve karıştırın. Kendinizi yakmadan mümkün olduğunca sıcak içmeye çalışın.
    Yanlız yudum yudum değil de mümkün olduğunca çok çokiçmeye çalışın.
    Zencefil çok güçlü bir antioksidandır. Kanın akışını hızlandırarak ve vücutta terlemesine yardımcı olacağı için terleme sayesinde de üzerimizdeki hastalığı ve toksik maddeleri atmış oluruz.
    Zencefil, solunum yollarını açmada da çok etkili. Gribal enfeksiyonlarda oluşan ve hırıltı oluşturan (balgamdan)  solunum yollarının açılmasını sağlıyor. Böylece nefes alıp vermek, kaliteli uyku ve günlük yaşam mümkün olabiliyor.
     
    Afiyet bal zencefil olsun :)