23 Mayıs 2014 Cuma

MonoLisa BurciLisa

Monolisa derler bana, bir yarım ağlarken diğer yanım her daim gülüyor çünkü !İlk defa çekildiğim vesikalık resimden bile belli oluyor sağım ve solum arasındaki farklılık. Tek bir duruşta aynı anda her ruh halini barındırdığım ozamandan belliymiş. Yarısını kapat ağlıyor, diğer yarısı da gülerken gözümün içi parlıyor resmen. Sinirden ölürken gülmekten kısılan göz kapaklarım gibi mesela. Psikopatlık ruhumda var sanırım :)
Bir kaşım daha düzgün, bir gözüm daha belirgin, bir ayağım daha büyük gibi söylemleri sohbet ortamlarınızda genelde duyarsınız. Bu vücudumuzdaki simetri yada Altın Oran diye bildiğimiz matematiksel olaydır. (Matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır.
Eski Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır)

Ama tam anlamıyla bilinen ve halk tabiriyle kullanılan simetrik takıntılarınız varsa milimetrik farkları bile anlayabilirsiniz. Ben evdeki tablolardan, giysilerin duruşundan ziyade bakışlarımın ve duruşumun sağ ve sol taraf olmak üzere farklılığından bahsetmek istiyorum özellikle. Biraz araştırdım biçok forumda örneklerine denk geldim, yapılan çalışmalardan da gördüm ki simetrik yüz doğal durmuyor, içten değil bikere :) Estetik, botoks ve zamanla yüz değiştirenlerden bahsetmiyorum bile, ama birde iki yüzlüler var ki aman Allah herkesi korusun onlardan ve benim orantısız hışmımdan :)
Neyse ben biraz baktım da bu durumu resmeden yada başka araştıran kimler varmış diye...
Fotoğrafçı Eray Eren, insan yüzünün simetrik olmadığının değerlendirmesini yapmak için Asimetri adını verdiği bu çalışmaya imza atmış. Bildiğiniz gibi simetri, bir bütünün ortasından geçen sanal bir düzleme göre sağ ve sol parçalarının aynı olması olarak adlandırılabilir. İskelet sisteminde gözlemlenen asimetrik yapılanma gerek mekanik gerekse genetik faktörlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Fotoğrafçı bu çalışmasında, modellerin cepheden çekilen fotoğraflarını orta noktasından ayırarak her bir parçayı ayna görüntüsüyle tamamlamış ve insanların yüzlerinin sağ-sol taraflarının birbirinden farklı olduğunun değerlendirmesini yapmayı amaçlamış ve daha doğal bir sonuç elde etmek için fotoğraflara hiçbir müdahalede bulunmadan siyah beyaz olarak bizlere sunmuş. Eray Eren; 'Yüzümüz birden fazla özelliğe sahiptir, mükemmel simetri güzelliğin temel bir özelliği değildir.' diyor... Resimleri bir inceleyin gerçektende insanların en güzel hali hiçbir müsadahle olmadan göründüğü doğal hali..
http://onedio.com/haber/turk-fotografcidan-harika-bir-calisma-yuzumuzun-sagi-ve-solu-ayni-midir--252485

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Yalan-Dolan

Uzun zamandır, özellikle politik olmak zorunda kalınan iş hayatında, evliliklerde ve kaybetme korkularının yaşandığı tüm ilişkilerde yani genel olarak herkeste gözlemlediğim bir inkar etme, yalanlama yada göz göre göre yalan konuşma sürecinden bahsetmek istiyorum biraz. Niye bilmiyorum muhtemelen şuan gündemde insanların düşündükleri, hissettikleri ve inandıklarını yansıtma biçimlerinden kaynaklanıyor..
 Bu süreç aslında yas tutma evresinde de görülen aşamalardan oluşuyor. İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme!
Ama ben ve benim gibi birçok insanın kanına dokunan kısım, kişilerin gözünun içine baka baka yalan konuşulması, karşınızdakinin önce kendisini inandırıp birde öyley-mişşş gibi davranmalarıdır. Herzaman söylerim, birşey ya vardır ya yoktur. Biraz üzüldüm, biraz sevdim, biraz dürüst oldum gibi olgular sadece kendinizi kandırma yönteminizdir. Çünkü derecelendirme günlük yaşamdaki yalan konuşma arzunuzun bir özrü olamaz, bence inkar etmeye direk teşviktir !!
Bir kişisel gelişim kitabı var, alın da okuyun hatta bir köşeyazarına konuk olmuş kendisi. Bakin nasıl başlıyoruz aslında farketmeden günlük yaşantımızda bile yalana, dolana, durum kurtarmak için takla atmaya !

 Emrah Akçay, Külahıma Anlat, Destek Yayınları, 2013'te çıkan yazılarında,
Yalanı tanımlamada sorunumuz var. Şöyle bir örnek vereyim; Ankara’da, Konya Yolu üzerinde hız radarı var. O noktaya kadar hırsla gaza basıyoruz, menzile girdiğimizde işler değişiyor. Herkes bir anda yavaşlıyor ve dünyanın en masum şoförleri haline geliyor. Radarı geçer geçmez, aradaki kayıp zamanı telafi etmek istercesine herkes yeniden gaza yükleniyor. Şimdi bu yalanın tillahı değilse nedir?
Bu hem kendini hem sistemi kandırmak değil mi? Ve ben de yapıyorum ama bunu:(
Bu “fırsat teorisi”. Yani fırsatını bulduğumuz anda suçu işleyiveriyoruz. Hem de hiç gözümüzü kırpmadan. Burada düşündürücü olan bu davranışın bizler için "normal" ve "olağan" algılanması. Hiç kimse suç işlediğini, kendini veya sistemi kandırdığını düşünmüyor. Daha da vahimi bu davranışının sonuçlarının "can güvenliği"ni riske atmak olduğunu düşünmüyor.
Ama ben mesela bu yaptığımı şu ana kadar yalan olarak görmüyordum uyurgezerlik gibi bu!
"Uyuma" meselesine gelince... Herkes kendi yalanına inanır. Daha doğrusu, herkes inanmak istediği yalana inanır. Bu da iki türlü bakın.
1- Ya doğruyu öğrenmek istemezsiniz, doğru işinize gelmez; çünkü öğrenince bir şey yapmak zorunda kalırsınız.
2- Ya da söylenen yalan sizin çıkarınıza hizmet ediyordur. Zafiyetlerinize göre kurgulanmıştır. Gözünüz boyanır, işinize geldiği için üzerine atlarsınız.
Uyumak da böyle bir şey işte. diyor Emrah Akçay..

20 Mayıs 2014 Salı

En uzak mesafe


Onca eğlenceli şey vardı yazılacak, resimler eşliğinde paylaşılacak. Orada öyleyken burada böyle cinsinden yorumlarla değil hemde... Herşey pozitif çerçeveden bakarak yapılırsa ne kendine ne başkasına zararı dokunmaz kimsenin...
Birşeyi yansıtma şeklinde art niyet yoksa hiçkimseye karışmam hatta merak bile etmem ben. Ama şu sıralar sosyal medyadan yayınlananalar öyle uç noktalarda ki, ben bile kayıtsız kalamıyorum kimseye. Herkesin acısını yaşama şekli, duygularını belirtme yada içinde yaşama biçimi elbette farklı ama etrafınızda yüzlerce kişi öldükten 2 gün sonra ''hayat nasıl olsa devam ediyor, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' tarzı yaklaşımda bulunanalar yada tam tersi bir müdahale ile ''niye kimse yas tutmuyor, Allah susan herkesin belasını versin'' zihniyetine tahamül edemiyorum şu sıralarda.. Uçlarda düşünmek insaniyet namına pekte iyi görünmüyor yani.. Sen hayatına bildiğin gibi devam et, edebiliyorsan. Reklama gerek yok, yardımını da eğlencenide yasını da bazen kendi içinde yaşamak en güzeli olabiliyor.
Yani diyeceğim şu ki, normal zamanda bile kimsenin yediği içtiği, gittiği mekanları ifşa etmesi beni hiç enterese etmediği gibi, sıkıntıma sıkıntı katıyor şu sıralarda ! Yakın arkadaşlarım-eşim-dostum ve akrabalarım harici kimseyi listeme eklemediğim gibi hoşlanmadığım insanları da asla takip etmiyorum. ( neden beni takip etmeye çalıştıklarına da hiç anlam veremiyorum! )  Sosyal medyadaki merakı yüzünden çok kişiyle tartışmışlığımda var hani ! Ama tüm bunlar bir yana düşünüyorum da, belki tamda planlanan haliyle geldiğimiz noktada, tamda şuan içinde olduğumuz kutuplaşmalardan sade vatandaş da nasibini alıyor. O çok renkli, muhteşem hayatlarımızı ortalarda yaşamak yerine milletin acısını-sevincini aynı anda paylaşabiliyorsak  ozaman  insanız demekki kardeşim !!!
Ruhsuz insan görmeye dayanamadığım için bu hassasiyetim. Yoksa bende biliyorum ateş düştüğü yeri yakıyor, uzaktan konuşması da kolay ve hayat malesef en acısıyla-en tatlısıyla, sabrıyla devam ediyor. Bugün bir köşe yazısından bazı kesitler okadar ruhuma dokundu ki, belkide herkesin bildiği ama dile getirmeye bile boşverdiği şeyler yazıyor aşağıda...

 Bir yandan ateş düştüğü haneleri çoktan yakmış, bir yandan da eli kolu bağlı olmanın ızdırabını yaşıyoruz. Bu arada sosyal medyada da bu acı olayı unutmamak, unutturmamak, sorumluların peşini bırakmamak için pek çok ileti paylaşıldı. Ama her zaman olduğu gibi bunu da öylesine abarttık ki, sanki en acılı tweet’i atan “en çok yas tutan”...
Oysa kimi Twitter’da belli eder üzüntüsünü, kimi gerçek hayatta, kimi de sadece kendi içinde yaşar...
Kime ne? Soma ile ilgili çok tweet atınca duyarlı insan sayılıyorsunuz, atmazsanız duyarsız... Neredeyse Twitter, insanın insanlığını ölçen bir terazi olup çıkmış... Yas tutmak 140 karaktere sığar mı Allah aşkınıza?
Sosyal medyada Soma’ya giden ünlüler için kimileri “Reklam yapmak için mi oradasın” diye bozuk attı; kimileri gitmeyenlere “Bu kadar acı varken sen neredesin” diye...
Madencilere yardım yaptığını açıklayanlar görgüsüzlükle suçlandı, açıklamayanlar “Sen neden yapmıyorsun” diye...
Ne acıdır ki milletçe yas tutmamız, el ele olmamız gereken böylesine günlerde bile aramızdaki nefret tohumları daha da filizleniyor, saflar daha da ayrışıyor.
Dilerim bu linç kültürü nedeniyle ileride yaşanabilecek olaylarda korkudan kimse elini kolunu
kıpırdatamaz hale gelmez. Bir yanda Soma’nın acısı, bir yanda birbirine tahammül bile edemeyen insanların varlığı içimizi iyice eziyor.

“En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan...
Ne seyyareler, ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir, birbirini anlamayan” demiş Can Baba. Sanki bugün yaşadığımız bu akıl ve gönül kopukluğunu anlatmış büyük usta, sizce de öyle değil mi?