23 Ağustos 2013 Cuma

Bitmesi beklenen en uzun gün ! Bugün

Benim için cuma günleri hem çok rahat hem çok yoğun hem çok uzun bir gün olduğu için plan yapamadığım doğrudur !

Eğer nadiren de olsa haftasonumu İstanbulda geçireceksem, cuma çıkışlarına mutlaka bir gece gezmesi koyarım. Kendimi trafiğin içine atarım ve sabaha kadar eve dönmem. O sabaha kadar kimbilir kaçkere uyuklarım bilenler bilir :) Çünkü cuma benim için sıradan bir haftaiçi günüdür, sabahın köründe kalkılmış, işler bitsin ve yeni haftaya kalmasın diye deli gibi kasılmış, son saatler çabuk geçsin diye neler neler yapılmış olan bir gün...

Neyseki o gün, bu gün ! Haftasonuna dair hem aile hem arkadaş hem deniz-kum-güneş planları var aklımda. Uygulayabilirsem yeni haftaya kuzu gibi başlarım, eğer ki uygulayamazsam vay halinize konulardan konu seçin artık :)

Kısa kestim ben gidiyorum,
Mutlu bir haftasonu diliyorum , çalışanlara da  kolaylıklar ve sabırlar...

 aha buda gideceğim her durumda kullandığım eskimeyen şarkım...
 

22 Ağustos 2013 Perşembe

Öfkemizi Yönetmenin Pratik Yolları var-mış !

Son zamanlarda farkettiğim tek şey, iş hayatımda sivri yönlerimi törpülediğimi zannettikçe günlük yaşantımdaki öfkem de aynı oranda artıyor, kişilere ve olaylara karşı gösterebileceğim tahammül azalıyor !
Dün gece maçtaydım (herzamanki gibi) İşten çıkıp maça gidebilmek için önce trafikte, arabayı parketmek için stadın çevresinde ve maça girdikten sonra oyun akışına bağırdığım  kadar hiçbirşeye öfkelenmedim ben bu aralar...

Mantıklı ve sakin bir ruh halinde düşündüğüm zaman bana ve hiçkimseye yararı olmayan bu kontrolsüzlüğün içinden çıkamıyorum, çünkü İstanbulda yaşıyorum, kalabalıkla ve yüksek egolarla mücadele ediyorum sabırsız ve aktif yapım yüzünden başkalarının bencilliğine ekstra tahammül edemiyorum ! Her dakika ortalığa ateş saçmıyorum  belki ama  ne yaparsam kendime yapıyorum. Sürekli boğazım şişmiş ve  başım ağrırken buluyorum kendimi :)

Gülüyorum çünkü arabamda bir tesbih, evde sürekli değişik çikolatalar ve oda parfümleri var. Eş/dostun dondurma takviyeleriyle sakinleştiriyorum kendimi...Deniz kenarına atıyorlar beni bu yüzden sık sık. Gözüm dönünce kimseyi görmeyeceğini de iyi biliyorlar tabi...

Hayat ne kadar sürer bilinmez ama zorlu yolun başlarında olduğumu farzedersek kendimi ve beden-ruh sağlığımı şimdiden dengede tutmak adına birşeyler yapmam gerekiyormuş. İşyerimde bulduğum çareleri de kapsayan birkaç madde varmış. Adamlar bulmuş ve işe yarıyormuş demek ki :)

Öfke kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüştüğünde, kişinin okul ya da iş hayatında, kişisel ilişkilerinde ve genel yaşam kalitesinde sorunlara yol açabilen öfkeyi kontrol etmek için aşağıda önerilen stratejiler kullanılabilirmiş : Belki herkesin işine yarar da biraz daha yaşanabilir bir dünyamız olur  :)

1) Gevşeme:
Derin derin nefes alma, sakinleştirici durum ve manzaraları zihinde hayal ederek canlandırma gibi teknikler, öfkeyi yatıştırmada ve sakinleşmede yardımcı olurlar. Diyaframdan nefes almak önemlidir. Göğsün üst kısmıyla nefes almak kişiyi rahatlatmaz. Nefes alıp ve verirken göğüs değil, karnın şişirilmesi gerekmektedir. Derin nefes alırken, kişi kendi kendisine tekrar tekrar “ Gevşe! Sakin Ol” diyerek telkinde bulunabilir. Kişi, kendisini gevşetecek bir yeri ya da ortamı gözünün önüne getirmeye çalışabilir. Ayrıca kişinin kendisini zorlamadan yapabileceği yoga türü egzersizler, kasları gevşetmede yardımcı olabilir.


2) Bilişsel yeniden yapılandırma:
Bu strateji en basit anlamıyla düşünme tarzını değiştirmek demektir. İnsanlar öfkeli olduklarında genellikle düşünceleri gerçeği yansıtmaktan çok, olayların abartılmış ve çarpıtılmış bir şekilde algılandığını yansıtır. Mantık öfkeyi yener, çünkü öfke haklı bir nedene bağlı olsa da, çok çabuk mantık sınırlarını aşabilir. Bu yüzden öfkelendiğini hisseden kişi kendisinin yaşamın iniş ve çıkışlarından bazılarını yaşadığını, bu olayın dünyanın sonu olmadığını, o anda öfkeleniyor olmanın bu olayı olmamış hale getirmeyeceğini hatırlatabilir.

3) Problemi çözme:
Bazen öfke ve engellenmişlik duyguları, yaşamdaki gerçek ve kaçınılmaz sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. Böyle durumlarda en yararlı tutum, kişinin önce durumu değiştirip değiştiremeyeceğini araştırmasıdır. Değiştirilebilecek bir olaysa çözüm yolları araştırılabilir. Değiştirilemeyecek bir durumsa, çözüm üzerinde odaklaşmak yerine, en iyi strateji sorunla yüzleşmektir. Eğer soruna iyi niyetle yaklaşılır, çabalanır ve yüzleşme konusunda elden gelen yapılırsa, hemen çözülmemesi durumunda ya hep ya hiç tarzı düşünülmemelidir.

4) Daha iyi iletişim:
Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Eğer gergin bir tartışma içine girilmişse, ilk yapılacak şey yavaşlayıp kişinin gösterdiği tepkileri
gözlemek olmalıdır. Akla gelen ilk şey söylemekten kaçınılmalı, asıl söylenmek istenen üzerinde düşünülmelidir.

5) Mizah kullanılması:
Mizah, çeşitli yollarla öfke yoğunluğunun azalmasına yardımı olabilir. Her şeyden önce daha dengeli bir bakış açısı sağlar. Mizah kullanırken iki noktada çok dikkatli olmak gerekir. Öncelikle, mizah kullanmanın sorunları gülerek geçiştirmek değil, tersine onlarla yapıcıbir şekilde yüzleşebilmek demek olduğu bilinmelidir. İkincisi de, mizah kullanılmak istenirken alaycı ve aşağılayıcı mizaha başvurmaktan kaçınılmalıdır. Çünkü bu da sağlıksız öfke ifadesinin bir başka yoludur.

6) Çevreyi değiştirmek:
Bazen öfkeye neden olan şeyler, kişinin yakın çevresindedir. Sorunlar ve sorumluluklar öylesine kişiyi bunaltır ki, düşülen duruma ve durumu temsil eden kişilere karşı şiddetli bir öfke duyulur. Bu durumda kişi, gün içerisinde özellikle stresli olacağını bildiği saatlerde, sadece kendisi için kullanacağı bir zaman ayırabilir. Örneğin çalışan bir annenin eve geldiğinde kendisine ayıracağı 15 dakikalık bir süre olursa, çocukların isteklerine daha iyi yanıt verebilecektir.

Unutmayın ki kontrolsüz güç, güç değildir. Öfkenizi kontrol edin beni de sinir etmeyin, en iyisi aşağıdaki nostaljiyi dinleyin  :))))

 http://www.youtube.com/watch?v=Yb1-gNZvQZU

21 Ağustos 2013 Çarşamba

HırsSs yap-maya-lım

Uzun zamandır düşündüğüm ve yazmak istediğim bir konu ile başlıyorum güne...
iş hayatı öncelikli olmak üzere hayata karşı ne kadar hırslı olduğumu sorgularım ara sıra ve işin içinden çıkamam. Yaşamak ve gelişmek için azbuçuk bünyemde barındırmam gereken bir duyguyu araştırdım. Bulduklarım beni yanıltmadı çünkü maddi-manevi hırsları olmadan yaşayan bir insana göre sonuçlandırılmış bir araştırmaya rastladım...

Aile yapısı ve yetiştirilme tarzıma dayanan bu olgu eksikliği beni zaman zaman zorlasa bile halimden memnununum ve hırstan gözü dönmüş kişileri sorgusuz sualsiz hayatımdan çıkarabilirim ben ! Herkesçe bilinen en kötü özelliğim olan 'inat' sayesinde belki iyi işler başarabilir yada iyi kazanımlar elde edebilirim fakat aşağıda bahsedeceğim konu sayesinde hayatımı berbat edeceğimi düşünüyorum nedense..

Çünkü hırs, başarı için belki gerekli bir duygu olmakla birlikte yoğunluğuna göre yıpratıcı da olabilir. Özellikle de beraberinde hasetliği taşıyor ve hep daha fazlası isteniyorsa. Çünkü sürekli isteyen, her seferinde daha fazlasına odaklanan insanlar bu dünyada var oluşlarının farkında olmadan yaşarlar. Üstelik de çevrelerinde kızgınlık ve öfke uyandırarak.


''Hırslı insanlar başkalarınca sevilmedikleri gibi sürekli olarak diğerlerinden daha üstün olma çabası içinde kendilerini de yeterince sevemezler ama çoğu zaman bu durumun farkında olmazlar.
Hırs duygusunun, her ne pahasına olursa olsun düşüncesine dönüşmüş hali kişinin kendisi için zararlı olduğu kadar çevresi için de zarar vericidir. Bu tarz düşünen ve hisseden insanlar başkalarına sevgi duymazlar çünkü. Onlar, yakın çevrelerinden hiç kimsenin ön plana çıkmasını, takdir edilmesini, alkışlanmasını istemediklerinden ortaya konulan yeni ve değerli her fikri çiğneyerek ilerlemek isterler ve kendilerine karşı olan her fikri yok etmenin yolunu her yolu deneyerek bulurlar.
Hırslı insanların zihinleri başkalarının başarısını başarısızlığa dönüştürmek için çalışır. Bu nedenle de sahip oldukları her olanağı diğerlerini alaşağı etmek için kullanırlar. Başkalarının başarılarından, kazançlarından rahatsızlık ve kıskançlık duydukları için de gece rahat uyuyamazlar. Her an tetikte ve diğerlerinin ne yaptığıyla ilgilendikleri için hayatın anlamını da kaybederler.

Oysa bilinç düzeyi yüksek olan insanlar için o, bu, şu yoktur. Bu düzeyde yaşamak, bir bütünün parçası olduğunu insana hissettirdiğinden kıskançlıklar, hasetler kaybolur. Başkalarının mutluluğu ve sevinci sizin de mutluluğunuz, sizin de sevinciniz olur.
Bazı insanlar da başarılı insanların karşısında kıskançlık ve aşağılık duyguları yaşar ve bu duygularla baş edebilmek için elde edilen başarının altında gayri ahlaki bir durumun olabileceğini ileri sürerek hem kendine kendi gözünde hem de diğerlerinin gözünde itibar kazandırmaya çalışır. Çünkü o, ahlaklı davranmayı başarılı olmaya tercih etmiştir.  Bu insanlar için başarının çalışılarak elde edilebileceği gerçeği çoğu zaman görmezden gelinir. Diğer yandan, çocuk yetiştirirken de bazı tuhaf söylemlerden yararlanmamız, çocuklarımızı yanlış olana yönlendirmemiz, onların yaşamda başarılı olmayı farklı nedenlere bağlamalarına yol açar. Örneğin, kafanı kullan, kurnaz ol, köprüyü geçinceye kadar, bu dünyada doğru olmayacaksın arkadaş, gözünü dört aç, gibi pek çok yol gösterici (!) nasihat bize büyüklerimizden miras kalmıştır. Böyle düşünenler için hayatın amacı ve anlamı kazanmaktır. Kazanmanın yolu ise amaca giden her türlü yolu her ne pahasına olursa olsun kullanmaktır.

Hırsın bu biçimiyle yaşanması hem yaşayan için hem de yaşayanın yakınında bulunanlar için katlanılması oldukça güç bir durumdur.

Hırs, isteklerimizin ve amaçlarımızın elde edilmesi sırasında itici bir güç olarak belli dozlarda kullanılabilirse de doğası gereği sınırlarını sürekli aşmaya ve taşmaya çabalayan bu duygumuzla baş etmek oldukça zordur.
Bu nedenle hırslı olmak nereye kadar?” sorusu; “bir yere kadar” diye yanıtlanmalıdır. O yer ise kişinin kendi denetimini sağlamasıyla ancak belirlenecektir. diyor '' Dr. Yüksel Demirel (Psikolog/İletişimci)


Benim için ise
 Hırs;  inanç, kararlılık, pozitif düşünme, stres yönetimi, bilgi ve araştırma ile pekişirse başarı elde edilir fakat sadece hırs olgusu kişiyi mutlak sona ulaştıracaktır.

Yönetenler ve yönetilenler açısından değerlendirildiğinde de hep böyle olmamış mı yüzyıllardır süregelen  güç kullanımı ?

Başarı zannedilen sadece menfaatleri doğrultusunda ilerleyen insanların önlerine çıkanı umursamadan yada yok ederek devam etmesi olmamış mı?

Aşağıdaki satırlardaki teoriler ise tam olarak geleneksel düşüncelerimi yansıtıyor. Çünkü önce varolan duygular sizi kemirmeye devam ederken gün geçtikçe tüm hızıyla katlanarak çoğalıyor ve kişiyi tüketmeye kadar götürüyor.

Kendinizi sakinliğe ve emin adımlarla ilerlemeye teşvik etmezseniz bakın ileride neler oluyor...

Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı...
Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi...
 Hızımızı artırdık, ama bunun esiri olduk...
Bolluk getiren teknoloji bizi yoksul kıldı...
Edindiğimiz bilgiler bizi çıkarcı yaptı, zekâmızı da katı ve acımasız...
...Çok düşünüyoruz, ama az hissediyoruz...
Makineleşmeden çok insanlığa, zekâdan çok iyilik ve anlayışa ihtiyacımız var...
İnsancıl değerlerimizi koruyamazsak hayat korkunç olur, hep yitiririz...
Siz insanlar güçlüsünüz... Makineleri yapacak güç sizdedir...
Bu hayatı olağanüstü bir mutluluk serüvenine çevirecek olan yine sizlersiniz...
Öyleyse, insanlık ve demokrasi adına bu gücü kullanalım;
Ayırımcılık olmayan yeni bir dünya kuralım...



Hoşkalın, hoşçakalalım :)

20 Ağustos 2013 Salı

Yeşil başlı Gövel Ördek hastalandı

Sonunda bukadar sıcak havaya klimalı ortama ve değişken  günlere dayanamadı vücudum. Dün yatak döşek yatırdı. Bugün de yediğim iğne ile birlikte ayağa kaldırdı. Pelerinimi de klimalardan korunmak için takınca Süperman oldum bir uçmadığım kaldı :)

Yüzümdeki acıyı görenler bana kıyamadı çaylar meyveler çikolatalar ile keyfimi yerine getirmeye çalışıyorlar. Blog yazmaktan geri kalmamam için çerçevedeki  o adam çıkageldi ve benimle birlikte poz bile verdi :)

İnsanın hastalığı nerdeyse, canı orda atıyor diyorlar ya hani... Gerçekten de öyle, hayatı durdurmasa bile aksatıyor tüm detaylarıyla, düşüncelerinizi, uykusuz geçen gecelerinizi...

Yanınızda destek olan eşiniz dostunuz aileniz varsa herşey daha kolay ve çabuk atlatılıyor, alınan takviyelerle de yaşam devam ediyor...
Kötü günde belli oluyor insanın hakikatlisi, düzgünü de işte bu yüzden.
Gözünün içine baktığınızda üzüntüsünü de nankörlüğünü ve fitne-fesatlığını da farkediyorsunuz insanların....
Kötülüğünüzden zevk alan tiplerin yapmacık gülüşlerini, zoraki selamlarını umursamıyorsunuz bir müddet sonra. Hele ki iş yaşantısında karşınıza hergün birsürü farklı pollyannalar çıkıveriyor. Tanıdığınızı zannettiğiniz herşeyini anlattığınız insanların değişen tavırlarını gördükçe zülüyorsunuz ama görmezden geliyorsunuz, huzur bozmamak adına biraz daha sessiz kalmalıyım diyorsunuz.

En fazla iyiliği de kötülüğüde kendi kendinize yapıyorsunuz aslında :) Kimse size sizden daha yardımcı değil bu konuda !

Herşeyin bir zamanı var, gün ola devran döne konuşmadığım her zaman, bişeylerin vaktini beklerim ben...
Neyseki herşeyin başı sağlık diyor ve bugünlük kısa kesiyorum.

Güçlenip geri dönmek için susup bekliyorum :)

Sakin bir anınızda aşağıdaki günün müziğini dinleyin, dinlenin :)

Sağlıklı ve mutlu kalın...

http://www.youtube.com/watch?v=oOH5pjR9ZcY&list=RD25Ke1-8nwNrgc

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Hiperaktivitem Bozulduuu

''Güzel ve enerjik bir haftaya başlayalım inşşşşşşşallah'' dileklerimle güne başlıyorum...
Çoğunluğu evde geçen bir haftasonu için fazlasıyla dinlenmiş bir biçimde başlıyorum hemde güne.
Haftasonları mümkün olduğunca İstanbul dışına kaçarım ama bu hafta buralarda olmayı tercih ettim. Aşırı sıcak dolayısıyla dışarıya çıktığıma pişman bile oldum denebilir. Cumartesi bir eğlence parkında aldım soluğu. Bikaç saat içinde bütün parkuru tamamladığımız için enerjimi sadece yoğun güneşin altında kalmakla atabildim.
Pazar günü ise alışveriş merkezinde biraz dolaşıp eve geri döndüm ki iş yaparken kendimi birden yatakta uyuyakalarak buldum.

Evde olduğum süre içinde de bütün camları ve kapıları açarak nefes almaya çalışıyorum. Klimalı ortamı ise oldum olası sevmedim ve herzaman hasta ettiği için kendisinden uzak duruyorum :)

Hal böyle olunca iki dakika bile yerinde duramayan ben, birdenbire yorgun argın bitkin ve enerjisi tükenmekte olan bir insan evladına dönüştüm :(


Hiperaktif halimden eser kalmadığı gibi ağrı kesiciler ve portakal sularıyla ayakta durmaya çalışıyorum. Sürekli yatıp uyuklayan biri haline dönüşmeden kendime iyi bakmam gerekiyor hatta bu sabah itibariyle sakin görüntüme ve ruh halime bir son vermem gerekiyor. Çünkü herkes beni  fazla hareketli bildiği için bir anormallik olduğunu düşünüyorlar ve açıklama yapmam gerekiyor :))

Açıklama yapılacak bugünkü konu ise Hiperaktivite ve detayları olsun öyleyse. Bende hastalık olarak değil, fazla enerji olarak boy göstersede artık yaşlanıyorum bende laf aramızda,  duruluyorum sakinleşiyorum yoruluyorum sanki  behh :(



Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), 7 yaşından önce başlayan, en az 6 ay görülmesi gereken, akademik ve sosyal işlevlerde bozulmaya yol açan, gelişime uygun olmayan yetersiz dikkat süresi, yaşa uygun olmayan aşırı hareketlilik ve dürtüsellik ya da her ikisiyle tanımlanan bir bozukluktur. Okul, ev ve iş gibi iki ve ya daha fazla ortamda semptomların görülmesi gerekir. DSM IV’e göre, dikkatsizlik, aşırı hareketlilik-dürtüsellik ya da her ikisiyle ilgili bir çok semptom belirlenerek tanı konmaktadır. DSM IV’de DEHB‘in üç alt tipinden söz edilmektedir:
  • Dikkatsizliğin ön planda olduğu tip,
  • Aşırı hareketlilik ve dürtüselliğin ön planda olduğu tip,
  • Her üçünün bir arada olduğu bileşik tip
Dikkat Eksikliği ve Hiperakitivite Bozukluğu (DEHB)-Bileşik Tip: DEHB-bileşik tipte temel bulguların üçü de aynı anda bulunur. Bileşik tipte yaş göz önüne alındığında, yaşadığı gelişim döneminin özelliklerine göre aşırı sayılacak şekilde hareketlilik vardır. Düşünmeden davranma, sırasını bekleyememe, her şeyi elleyip kurcalama, çok konuşma, artmış cinsel uğraşlar gibi dürtüsellik belirtileri nedeni ile sık sık sosyal ortamlarda sorunlar yaşarlar. Dikkatlerini bir konuya vermekte ve sürdürmekte güçlük çekerler, küçük iç ya da dış uyaranlarla dikkat çabucak dağılır ve bu nedenle özellikle eğitim hayatında güçlükler yaşarlar. Bileşik tip sıklıkla erişkin yaşamda da sürer. Her iki cinsiyette en sık görülen alt tiptir.

Dikkat Eksikliği ve Hiperakitivite Bozukluğu (DEHB)- Dikkatsizliği Önde Olduğu Tip: DEHB-dikkat eksikliğinin önde olduğu tipte, DSM-IV’ün dikkat eksikliği tanı ölçütleri vardır, ancak hiperaktivite ve dürtüsellik ölçütleri tam olarak karşılanmaz. Bu çocuklarda dikkatin sağlanması ve sürdürülmesi ile ilgili sorunlar vardır. Aile ilişkileri ve sosyal ilişkilerde bazı sorunlar olabilir ancak temel sorun okulda yaşanır. Öğretmenleri, bu çocukları geç kalma alışkanlıkları olan, sistemli olamayan, ödevlerini tamamlamakta zorluk çeken, rüyada gibi olan ve unutkan olarak tanımlamaktadırlar. Dikkat sorunu farklı derecelerde performans kaybı, motivasyon eksikliği ve anlama güçlüğüne neden olabilir. Sonuç, kendi zekalarının altında başarıdır. Kızlarda erkeklere göre daha sık görülür.

Dikkat Eksikliği ve Hiperakitivite Bozukluğu (DEHB)- Aşırı Hareketliliğin Önde Olduğu Tip: DEHB-aşırı hareketliliğin önde olduğu tip olan çocuklar dikkat eksikliği tanı ölçütlerini karşılamazlar. Genellikle dikkat eksikliği alt tipinden daha erken yaşta tanı konur. DEHB’i olan bir çocuğun, tanı koymak için yapılan ilk muayenesi sırasında hareketlilik gözlenmeyebilir; sadece okul ve evdeki durum sorgulanarak durum ortaya konur. Okul öncesi çocuklarda ilk muayene sırasında hiperaktivite daha sık gözlenir. Yaş arttıkça motor aktivite azalabilir ve erişkinlikte, yerini duygusal
huzursuzluğa bırakır. Engellenme eşikleri diğer tiplerden daha düşüktür. Erkeklerde kızlara göre daha sıktır.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun kesin nedenlerini saptamak henüz pek çok araştırmaya rağmen mümkün değildir. Bozukluğun belki tek bir nedeni bulunmamaktadır, ancak bireylerde bozukluğun ortaya çıkmasına neden olan ya da bozukluğa yatkınlık göstermesine neden olacak etkenler saptanabilir.

Genetik Etkenler:
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile ilgili yapılan pek çok araştırma Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların ailelerinde psikopatoloji oranının yüksek olduğunu göstermektedir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukta davranım bozukluğu da mevcutsa yetişkin akrabalarında alkolizm, antisosyal kişilik bozukluğu ve histeri riski normal popülasyona göre yüksektir.

Beyinde Yapısal Değişiklikler:
Uzun yıllar süresince Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun beyin hasarından, beyindeki gelişim kusurundan ileri geldiği düşünülmüştür. Daha sonra beyinde ciddi hasar olmayan, görüntüleme incelemeleri normal olanlarda da Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olabileceğini göstermiştir. DEHB’ li kişilerle normal kişilerin beyin bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans (MRI) incelemeleri karşılaştırıldığında bazı farklılıkların olduğu görülmektedir. DEHB’lilerle yapılan beyin görüntüleme çalışmaları DEHB’in nedenlerinden biri olarak prefrontal-striatal-talamo-kortikal döngünün rolü üzerinde görüş birliğine varma sürecindedir.

Nörokimyasal Etkenler:
Bir çok nörotransmiterin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu semptomları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu sonuca, kısmen, bozuklukta olumlu etkilere neden olan birçok ilacın kullanımından sonra ulaşılmıştır. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tedavisinde en sık olarak araştırılan ilaçlardan sempatomimetikler, dopamin ve norepinefrin üzerinde etkili olduklarından dolayı, adrenerjik ve dopaminerjik sistemlerde olası bir işlev bozukluğu olduğu şeklinde nörotransmiter varsayımına neden olmuştur. Ancak genelde bozukluktan sorumlu tek bir nörotransmiter belirlenememişt ir. Süreçte birçok nörotransmiter yer alabilir.

Psikososyal ve Çevresel Etkenler:
Bazı araştırmacılar Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu semptomlarının oluşumunda toksinlere maruz kalma, hamilelik sırasındaki komplikasyonlar (fetüsün oksijensiz kalması gibi), düşük doğum ağırlığı, Omega- 3 temel yağ asitlerinin düşüklüğünü ileri sürmüşlerdir. Hamilelik döneminde annelerin sigara içmesinin de DEHB’in oluşumunda rol oynadığı ileri sürülmüştür .
DEHB’in oluşmasında psikososyal çevrenin önemi uzunlamasına yapılan çalışmalarda araştırılmıştır. Erken yaşta kayıplar, ailelerin dağılması, bağlarda kopma yaşayan çocuklarda DEHB’e benzer belirtilerin ortaya çıktığı görülmüştür. Bu durumu açıklamak güçtür. Bu çevresel faktör aileden kalan bir hastalığı izleyen sosyal anormallik olabilir. Ailelerde kaotik ilişkiler bozukluk için risktir. Ancak son zamanlarda psikiyatrik bozuklukları dışlamak için yapılan çalışmalarda bu durumun DEHB belirtilerinden daha çok davranım bozukluğu ve karşı olma karşı gelme, antisosyal kişilik bozukluğu belirtilerinin gelişimine katkıda bulunduğunu düşündürmektedir.