19 Aralık 2017 Salı

Mezopotamya

Diyarbakır - Hasankeyf - Midyat - Telkariciler Çarşısı - Devlet Konuk Evi - Deyrul Umur Manastırı- Savur - Kıllıt - Hacı Abdullah Bey - Mor Yakup - Dara - Kasımiye Medresesi gezdiğim yerlerden bazılarıydı. Ama benim bugün değinmek istediğim konu bazı yerleri hiç bilmiyor, görmek için neden acele etmiyor oluşumdan ibarettir...
Birçok ülke ve şehir gezmiş olmam, bir Türkiye sevdalısı ve İstanbul dahil olmak üzere her köşesi cennet vatanımı dip bucak gezmeye and içmiş bir insan olduğum gerçeğini değiştirmez. Çünkü her şehir başka bir tarih başka bir medeniyet ve binlerce eserden oluşan kendi ülkeni bilmezsen sana ilk gördüğün en boş ülke bile güzel ve ihtişamlı gelecektir. Oysa ki önce kendi zenginliklerini ezbere bilmek demek geri kalan herşeye daha mütevazi ve gerçekçi yaklaşmanı sağlayacaktır...
Neyse sadete gelecek olursam; 
Geçtiğimiz günlerde butik bir doğu turuna çıktım ve sınır şehirleri ile medeniyetler birliğini bir güzel gezme-görme-öğrenme şansını elde etmiş oldum. Televizyonlarda duyduklarım ve gördüğüm sınırlı karelerden ibaret değildi hiçbir şey. Herkes misafirperver, herkes akıllı-bilgili ve mütevaziydi karşılaştığım. Elbette ki her yerin ve her şeyin iyisi - kötüsü var şu hayatta lakin ön yargılarından sıyrılmak istiyorsan kendi gözünle görecek, kendi kulağınla duyacak onunla da yetinmeyip kendi dimağınla araştırıp bileceksin efendim. Bu durum 'heryer' ve 'herkes' için geçerli, adım gibi eminim, kalıbımı dökerim, büyük yemin ederim :))) İşin aslı böyle öğreniliyor, herkesler dinleniyor ve konulara tarafsız bakılıyor ey takipçim...
Mesela, Dara diye bir yer var, Savur diye bir köy var, döndüğümden beri araştıra araştıra bitiremediğim, resimlerine tekrar tekrar baktığım. Mezopotamya neymiş, yerinde öğrenmiş oldum, şarkılarda bile bayıldığım o sözlerin sahibi yerlerin ihtişamına...
Dara antik kenti, günümüzdeki ismi ile Dara köyü, Mardin’in 3 kilometre güneydoğusunda ve Nusaybin’in ise batısında yer alan Suriye tarafında sınıra yakın Amuda’nın da 7 kilometre kuzeyindeki Dara, coğrafi olarak Mezopotamya ovasının bitip Tur Abdin Dağlarının başladığı yerde bulunuyormuş.
Dara adının kökenine dair en yayın görüş, Pers Kralı Darius III’ten (Krallık dönemi: MÖ 336-330) geldiği yönünde ve III. Darius’un askeri üssü olabileceği düşünülen Dara, bazı araştırmacılara göre ise aynı zamanda Darius’un öldüğü yermiş.
Benim içinse resmen tarihi film platosu gibi, en eski medeniyetlerden birinde yaşıyormuşum gibi ya da zaman kavramı bükülmüş te ben içinde kalmışım gibi biyer :)))
Resimlere bakıyorum, bakıyorum yine photoshop programı ile oraya yerleştirilmişim gibi bir his, güzelliğine inanamıyorum arka planın...Bütün hafta boyunca instagram hesabımdan gezdiğim gördüğüm yerleri paylaştım lakin yetmedi, sınırlandıramadım tek albümle tüm köşeleri, bucakları, hislerimi o 10 fotoğraf ile. Çünkü tek tek eklediğim görüntülerin altına methiyeler düzmek gerekiyor bazı yerleri ifade ederken bazılarında ise sadece susup izlemek lazım...
Savur'da ise Dereiçi bölgesindeyiz sanki bu Dünya'da tek kalmış bir köy gibi duruyor oracıkta, dumanlı ve yüksek. Tamamı Süryani olan bu köyün Hem Protestan hem Süryani aynı zamanda Katolik kilisesine sahip olması bile sanırım Dünya'da tek olduğunun  bir kanıtı. Yaşlı amca ve torunları ile sohbet ederken her dilde konuştuk sanki o denli farklı bir metropoldeymişim gibi. Küçük kızlar Türkçe, Süryanice, Arapça ve hatta Kürtçe anlayabiliyorlar. Umarım yetişkinlik dönemlerinde doğru ve tam bir eğitim ile çok başarılı olabilirler. Rehberlerimiz de gayet bilgili genç süryani arkadaşlardan oluşuyordu. Tarihi bilgileri yerinde ve zamanında aldığımız düşünerek ve kafama kazıyarak bir sonraki durağa heyecanla geçiyor dinledikçe dinleyesim geliyordu böylelikle..Hatta Süryani olduklarını Müslüman olduklarını ve Türkiyede yaşadıkları üzere gayet milliyetçi olduklarını vurguluyorlardı bazıları.. Kafamda deli sorular eşliğinde dinledikçe öğrendim, öğrendikçe parçaları birleştirmeye devam ettim.. (Süryaniler, kökenleri 5000 yıl öncesine giden bir toplumdur. Mezopotamya'da yeşeren ve uygarlığın gelişiminde önemli rol üstlenen eski Mezopotamya halklarının yani köklü bir kültürün mirasçılarıdır. Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, coğrafyayı istila edenlerin baskı ve egemenlikleri yüzünden başlangıçtaki etkinliklerini kaybetmişlerdir. istanbul'da 10bin, Mardin ve çevresinde birkaç bin, Hindistan'da ise fazlasıyla göçedip yayılan bir topluluk)
Gezdiğim manastırlar,camiler ve o yüzyıllardaki yerlere ait su sarnıçları, mezarlıklar tiyatrolar vb. yaşam alanlarına adım attıkça hislerimi kelimelere dökmeye bırakarak yalnızca nefes alıp vermeye ve resim çekmeye devam ettiğimi hatırlıyorum. Çok az yerde bu denli büyülendiğime eminim. Çanakkale'de her yağmur yağdığında toprak kanlanır, kemikler çıkardı günyüzüne demişlerdi. Bir de o cümleyi unutamamıştım. Dara antik kentinde de iskeletler ve kafatasları içinde yürüdüğünüz cam bir zemin üzerinde, 5 şehrin üstüne inşa edilen bu başka şehirde gezdiğimizi duyduğumda devletin bütün ödeneklerini buraya akıtıp kazı çalışmalarına biran önce başlaması diye dualar ettim. Sadece kazılan ve bir bölümünü açıkhava müzesi olarak insanlara gösterdikleri bu yerlerin başka ülkelerde olması durumunda nasıl değerlendirilebileceklerini çok ama çok merak ediyorum. Ülkemdeki zenginlikten başım döndü cidden oraları gezip görürken. Umarım yolum birkez daha düşer de çok daha farklı bir gözle bakmak-görmek kısmet olur.
Malesef yeteri kadar tanıtımı ve kültürel zenginliklerin bakımı/restorasyonu yapılamayan ülkemizde kimbilir daha ne çok yer/yöre var böyle sadece okuyunca veya görünce bilinen. Madem çok yaşayan değil çok gezen ve çok okuyan (gezerken okuyan en doğru tabir) biliyor artık bunda hemfikiriz o nedenle umarım tek tek ulaşmadan göçmeyiz bu dünyadan ey sevgili takipçi.
Etkilendiğim diğer bir husus da hani dizilerde filmlerde görüp bütünleştiğimiz, ah keşke bende orada olabilseydim dediğimiz yerlerde olmak benim için çok mucizevi bir olay gibi gelmeye devam ediyor :) daha önce Bosna'daki Mostar Köprüsü, Göreme'deki Güvercinlik Vadisi, San Fransisko'daki renkli evler, Karadeniz'deki yaylalar gibi sayamadığım birçok güzelliği dizilerde izlerken nasıl iç geçirdiysem artık, oralara ayak bastığım anda geçmişe yolculuk yapıp seneler önceki o küçük kızın düşüncelerine gidiveriyorum. Ağlamak ile gülmek arasında kalınan o hissiyatı tarif etmem mümkün değil sizlere lakin konakta geçen Sıla dizisinin çekildiği sokaklarda da aynı duruma geldim :) Aslı şuan Midyat Konuk Evinde geçen dizinin birkaç bölümünde epey etkilenmiş olmalıyım ki bazı köşeler/sokaklar resmen aklıma kazınmış. Geleneksel dansları, kıyafet ve aksesuarları, yerel yemekleri ile kendi dizimi çevirmiş de oldum. Hayaller ve anılar kısmına bir tik atıp yolumuza devam ediyoruz.
Hasankeyf ise Batman'ın 12 bin senelik bir ilçesi ve sular altında kalmaması için insanların kendilerince mücadele verdikleri bir yer olarak hafızalarımızda yer edinmişti. Belki de bu haliyle son olarak görenlerden biriyimdir belki de o resimdeki minarenin en üstüne kadar çıkacak sulardan sonra bir efsaneden öteye geçemeyecek yerlerde yürümüşümdür duygularıyla köprüden resim çeke çeke yürüdüm, minik çarşısına girdim, caminin avlusunda bir elimi yüzümü yıkadım kendimi şanslı hissettim...
Kasımiye medresesinin havuzuna para attım, akan doğal suyun hikayesini dinledim, çarşıda telkari alışverişi yaparken bol bol kuruyemiş, çiikolatalı atıştırmalıklar ve yerel kahvenin tadına baktım. Sanırım gezerken mest olduğum zamanların için de bunlar da var :) Ayrıntılarım yazmakla bitmez, ben her daim çok keyif aldığım yerlere herkes gitsin görsün kendi kararını kendi versin isteyenlerdenimdir. Zevkler ve renkler tartışılmaz ama tarih kokan yerleri bilerek gezmek, o ruh durumuna bürünerek öğrenmek kadar güzel bişey olabileceğini düşünmüyorum.Dersi derste, tarihi yerinde öğrenmek lazım diyor ve sizleri araştırmaya, resimlere bakmaya, sonra oralara dooooğru plan yapmaya davet ediyorum :)
Hoşbakın, hoşçakalın sevdiğim bir şarkı ile sözlerimi bitiriyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=LxU4AVDGmb8



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder